Atatürk Batı'yı, çağdaş uygarlığı hedefledi. Fakat Batılılar - Kinross gibi birkaç tarihçi ve yazar hariç- Atatürk'ü ve Kemalizmi hiçbir zaman sevmediler. Bugün de Avrupa, Türkiye'de Kemalizmi "gericilik" olarak tanımlayan "liberal düşünce derneklerini" besliyor. Niçin?
Kurtuluş Savaşı döneminde Batı emperyalizmi dincilerle ve Osmanlı liberalleriyle el eleydi. Türkiye tarihi tekrar yaşıyor.
Emperyalizme karşı koyup galip gelen Mustafa Kemal'i Batı sanki affetmedi. Muhafazakârlar, Hıristiyan demokratlar Türkiye'nin Batılı olmak istemesini hazmediyorlar. Bu doğaldır. Fakat kendi ülkelerinin emperyalist tarihinden utanç duyan, Türkiye'ye karşı ırkçı kökenli önyargılar beslemeyen aydın, liberal ve sosyal demokrat Avrupalıların Atatürk'e yabancılıkları, neredeyse düşmanlıkları, ilk bakışta daha şaşırtıcı.
Bu yabancılık demokratik "duyarlılıktan", Atatürk'ün "diktatör" olarak görülmesinden kaynaklanıyor demek de bilmeceyi çözmez. "Aydın" Avrupa'dan laikliğe sahip çıkması, dolayısıyla Kemalizmin de aydınlanmacı özüne değer vermesi beklenir. Liberal Batı'nın Atatürk karşıtlığı irdelendiğinde bunun aslında Batı'nın kendi kimlik krizinden kaynaklandığı ortaya çıkar.
Radikal İslamın meydan okuması Avrupa'da aydınlanmanın, modern Avrupa'nın köklerinin sorgulanmasına yol açtı.
Uygarlıklar çatışmasından ürken aydın Avrupalılar çareyi dincilikle uzlaşmada arıyorlar. İslamcıların eğitim, giyim gibi konulardaki talepleri anlayışla karşılanıyor. Laikliği "köktencilik" diye tanımlayan, türbanın kadınları "özgürleştirdiğini" savunan liberallerin ve sosyal demokratların sayısı hiç de az değil.
Orhan Pamuk 'un Nobel ödülü de bu bağlamda anlamlı. Türkiye genelde Pamuk ve Nobel'i Ermeni konusuna endeksledi. Tartışmalar yazarın Türk milliyetçiliğine düşmanlığına ve eksik tarih bilgisine takılı kaldı. Halbuki Nobel'i veren İsveç, Pamuk'ta "Avrupa'nın kaderini biçimlendirecek soruya" , İslamla ilişkiye yanıtlar arıyor ve bulduğunu düşünüyor.
Hayatı boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun kaybolmuş olmasının yarattığı hüznü yaşadığını yazan, Cumhuriyet'in içini boş bulup kendisini bir "Osmanlı" olarak tanımlayan Pamuk, İsveç aydınları için İslami geleneklerle Batı arasında köprü kurma umudunu canlandırıyor. Radikal aydınlanmacı Cumhuriyet yerine çare muhafazakâr Osmanlı mirasında aranıyor.
İsveç Orhan Pamuk'u şöyle okuyor, şu dersi çıkarıyor: "Tepeden inme" bir aydınlanmanın başarıya ulaşması mümkün değildir; tam tersine uzun yıllar kendilerini hissettirecek olumsuz etkiler doğurur, özellikle dini ve tarihi miraslarından mahrum bırakılan insanlar ve ülkeler kimlik boşluğuna, "hüzne" mahkûm edilirler.
Türkiye'nin Kemalist deneyinin tepeden inme aydınlanmanın sert, dinci tepkilere yol açarak sonuçta başarısız olacağını ispatladığını söyleyen Avrupalı liberal aydınlar, dinciliğin İslam coğrafyasında en güçlü olduğu yerlerin tam tersine aydınlanmadan hiç nasibini alamamış yerler olduğunu göz ardı ediyorlar.
Oysa Türkiye'nin sorunları aydınlanma devriminin sözde aşırılığından değil, Atatürk'ün başlattıklarının arkasının getirilmemiş olmasından kaynaklanıyor.
Radikal İslamla uzlaşma arayan, yolunu şaşırmış liberallik ve "ilericiliğin" yanı sıra laiklik konusunda militan bir yaklaşım sergileyen başka bir Avrupa liberalizmi de var. Fakat bu tür liberaller, örneğin Hollandalı Ayaan Hirsi Ali gibiler, aynı zamanda Ortadoğu'da Amerika'nın artık fiyaskoya uğramış emperyalist macerasına destek vererek Batı ve İslam dünyası arasında laiklik aracılığı yapma şansını yitirdiler.
Dolayısıyla Atatürk'ün hedeflediği, bağımsız ve çağdaş Türkiye'yi düşleyenlerin Avrupa'da el ele verebilecekleri bir fikir akımı veya siyasal güç yok.
Türkiye'nin bulunduğu tarihi yol ayrımında, Atatürk'ün bağımsızlığa asıl neden önem verdiğini anımsamakta, sözlerini kılavuz yapmakta yarar var: "Bu hatveleri (çağdaşlık yolunda adımları) doğru ve muayyen bir istikamet dahilinde atabilmek için, kendi mukadderatımıza kendimiz sahip ve hâkim olmak mecburiyetindeyiz."
(* ) İsveç, Östgöta Correspondenten gazetesi başyazarı.