Fransa'da geçen yıl çok sayıda ünlü tarihçi ve yazar bir beyanname yayınladı.
"Tarihe özgürlük!" diyorlardı.
"Tarih" in kanunlarla belirlenmesini, tanımlanmasını, sınırlanmasını istemiyorlardı.
O gün gündemde, "Sömürgeciliğin iyi bir şey de olduğuna dair kanun" vardı.
Ya öyle bir şey işte!
"Fransızların denizaşırı ülkelerde, özellikle de Kuzey Afrika'daki olumlu rolleri" ni teslim etmek, ders kitaplarında da anlatılması için kanun.
O tarihçilere göre böyle kanunlar adeta kafayı yemişlik göstergesiydi.
Açıklamalarında "Tarihe özgürlük!" derken ayrımcılık yapmadılar.
"Tarihin bir kısmına özgürlük" demeye getirerek, bir kısmı için tutsaklığı kabul etmediler.
Karşı çıktıkları üç önemli kanun daha vardı:
Gayssot Kanunu 1990: Irkçı, anti-semit ifadelere yasak ve ceza.
1. Taubira Kanunu 2001: Köleliği insanlık suçu olarak tanımlayan ve karşı görüşe yasak ve ceza.
2. Devlet Kanunu 2001: "Fransa, 1915 Ermeni soykırımını açıkça tanır" diyen kanun. Devlet kanunu olduğu için ceza hukukunda bir yaptırımı yoktu.
Bugün gündeme gelen "Karşı görüşe ceza"; onu tamamlamak, o bildiricilerin deyişiyle, "Tarihi biraz daha rehin kılmak" için kotarılan kanun.
Ve ırkçılık, kölelik, soykırım gibi insanlık suçlarına dair vaka ile kavramların "kötülük yükü" ne karşı hassasiyet bir yana;
"Sömürgecilik" gibi bir kötülüğün "olumlu rolü" nü dahi yüzde 64 onaylayan azıcık kafayı yemiş bir kamuoyu mevcut.
Sadece lise artı en az iki yıllık eğitimlilerde yüzde 45'e düşebilen, daha düşük eğitim seviyelerinde ise yüzde 70'lere çıkan bir kamuoyu.
"Demokrasiler" i abartmamalı; ama o tarihçiler ve benzerlerini düşününce de, küçümsememeli!
Tartışmalarda ilginç bir tez de şuydu:
"Fransa devleti, Yahudilerin toplanması, kamplara nakli ve katlinden bir şekilde sorumludur. Aynı şekilde, kölelikten de. O yüzden bunlarla ilgili kanun mümkündür. Oysa, Ermeni soykırımı, olmuşsa dahi, Fransa'yı ilgilendirmez. Tamamen politiktir."
Ama yine, her türlü görüş ve tartışmanın kamusal alanda bulunabilmesini savunan "Tarihçiler" inkine dönersek;
Dönelim, çünkü "Biz" de de bunu açık yüreklilikle savunabilecek kaç yiğit, kaç vicdan, kaç ikiyüzlülükten azade kafa var, merak konusudur. Özellikle devlet, siyaset, bürokrasi, üniversite, medya dünyası ile o dünyaların gölgesindeki çoğumuzda.
Düşünce yönetilemez, düşünceye hükmedilemez.
1. Tarihe birtakım dogmalar sabitlenemez.
2. Geçmişle kesintisiz ve çok sesli diyalog yok edilemez.
3. Suç, mahkemelerin işidir.
4. Özel durumların kolektif hatıralarının herhangi bir biçimi ceza konusu olamaz.
5. Siyaset hayatında, edebiyat ve tarih yazımında kamusal özgürlükler kısıtlanamaz.
6. Tartışma özgürlüğüne inancımız yoksa, cumhuriyet kelimesi tüm manasını kaybeder.
Bu vesileyle son maddeyi bir kez daha, "cumhuriyet" in atası sayılan Fransızlara ve burada özgürlüklere, karşı fikirlere, tartışmalara, tarihin farklı yorumlarına hem de "Cumhuriyet" adına sopa sallayan, ceza üstüne ceza dayayan "Cumhuriyete Firansızlar" a arz edebilir miyim:
"Tartışma özgürlüğüne inancımız yoksa, cumhuriyet kelimesi tüm manasını kaybeder."
Þimdi dileyen, "Cezayir'de de soykırım oldu" diyerek, buradakini sözde karşı çıkarken kabul etmiş olsun;
Dileyen büyük boykota başlasın; ama önce en büyükler.
Mesela OYAK. Mesela OYAK'ı yönetenler, en kıdemli üyeleri!
Sahi, boykot meselesini öyle ya da böyle yazanların bir kısmı "OYAK'ın patronları" nın adını dahi anamıyor.
Oysa, "Cumhuriyet, tartışma özgürlüğüne inanç demek" tir!
Asıl zihnimiz açılsın.