Zülüflü İsmail Paşa
Milletvekili ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali anlatıyor: Bir gece uykumun arasında telefon çaldı. Karşımdaki Çankaya'dan Başyaver'di. "Derhal seyahate çıkılıyor. Hemen Köşke gelmenizi emir buyurdular" dedi. Saate baktım, vakit gece yarısını hayli geçmişti. Hazırlandım ve Köşke gittim. Meğer, o gün Atatürk, Kırşehir'de Özel İdare'den maaş alan öğretmenlerden, birkaç aydan beri maaş alamadıklarından dolayı bir şikayet mektubu almış. Ve o gece sofrasında bulunan ilgili bakandan, öğretmenlerin niçin kaç aydır maaş alamadıklarını sormuş. Bakan da: "Havalar kış... Belki de onun için postalar işleyememiştir" neviinden birşeyler söylemiş, mazeret ileri sürmek istemiş. Atatürk, bu cevap üzerine: "Ya... Demek şimdi muhasaradayız, öyle mi? O halde biz de sofradan kalkar, gider, hem yolunu açarız, hem de Kırşehir'de öğretmenlerin dertlerini yakından dinleriz" demiş ve derhal hareket emrini vermiş. Gerçekten de kötü bir kıştı. Hava fena halde yağışlı ve çok soğuktu. Atatürk, o gece sofrasında davetli bulunanlardan da bazılarını beraberlerine alarak gece yarısından sonra yola çıktı. Hava o kadar pusluydu ki ara yolu kaybettik. Bir köylünün kahvehanesine sığındık. Kahvehanenin sac sobasını yaktırdık. Ellerini sac sobanın üstünde gezdirerek ısıtmaya çalışan Atatürk: "Biz Harbiye'de okurken bir kış yine böyle çok şiddetli geçiyordu. Mektebin sobaları yanmıyordu. Derdimizi idareye anlatamadık. Arkadaşlar Müdür'e çıkmak için beni seçtiler. Müdür Zülüflü İsmail Paşa... Evvela Padişah'a, sonra Müdür Paşa'ya dualar ettik. Nihayet soba meselesine geldik. Paşa birden bire gürledi: - Soğuk mu? Ne soğuğu? Padişah Efendimiz'in nimetleri gözünüze dizinize dursun... Görmüyor musunuz sobalar cayır cayır yanıyor. Çıkın nankörler!... Baktık sahiden de müdürün sobası güldür güldür yanıyor. Paşa da buram buram terliyordu. Sıcaktan yakasını açmıştı. Ve sanıyordu ki mektebin tüm sobaları böyle yanmakta... Çocuklar biz Çankaya Köşkü'nde bazen Zülüflü İsmail Paşa gibi kendimizi sakın aldatıyor olmayalım!.." dedi. Kahvede biraz ısındıktan sonra tekrar yola devam ettik. Ertesi günü Kırşehir hududuna girmiştik. Protokol gereği Vali, başında silindir şapka, arkasında frak olduğu halde hududa gelmiş, Atatürk'ü istikbal ediyordu. Bu esnada da Atatürk'ün otomobili bir tarlaya saplanmıştı; etraftan yetişen köylüler otomobili kurtarmaya çalışıyorlardı. Vali de o resmi kılık kıyafetiyle, çamur içinde köylülere, jandarmalara emirler veriyor, gayrete getirmeye çalışıyordu. Atatürk: "İşte masa başında yapılan talimatnameler, hatta kanunlar, günün birinde böyle gülünç de olurlar!" diyerek Vali'yi yanına çağırttı. Haline acımış olacak ki, kalın bir palto giymesini tavsiye ederek zahmetlerinden ötürü kendisine teşekkür etti.
( Hikmet Bil )