Amerika, Türkiye Cumhuriyeti'nden asıl rövanşını İkinci Dünya Savaşı sonrasında aldı. Önce Dışişleri Bakanı Rusk, "Dünya çok küçülmüştür. Toprak ile, su ile, atmosfer ile, bunları kapsayan uzay ile, yani dünyanın tümü ile ilgilenmeliyiz" dedi.
Ardından ABD'li araştırmacı Max Thomburg, "Türkiye, Avrupa'nın stratejik Doğu kalesi ve Ortadoğu'nun kuzey kalesi olmaktan daha önemli olarak Amerikan çıkarlarının büyük önem kazandığı bir yerde bulunmaktadır" görüşünü raporladı. Ve açık açık ekledi ki, "Türkiye, Arap dünyası tarafından yakından izlenen sosyal ve ekonomik bir alandır. Bizim etki alanımızdaki ülkeler bunu örnek alacak olurlarsa dünyaya egemen olma istencimiz boşa çıkacaktır."
Bu noktadan sonra ABD, "örnek Türkiye" nin konumunu değiştirmeyi hedefledi. Ve bu işe doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni aracı kıldı. Saturday Review dergisi, bu girişimi "Bir Müslüman'ın Mekke'ye yönelmesi gibi, bir insanın Washington'a bakmasını sağlayacak ideali bulmak" olarak niteledi.
İlk adım 1948 Þubatı'nda atıldı. Yapılan bir anlaşmaya göre "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, sağlayabilmekle vazifeli bulunduğu ve müsaade edebileceği maddeleri, hizmetleri, kolaylıkları veya bilgileri ABD'ye temin edecektir" denildi. Ardından Truman doktrini olarak bilinen ve Amerika'nın Ortadoğu ve buradaki Türkiye politikasının ana çizgilerini saptayan belge ortaya konuldu. Ve bununla 75-80 sayılı "Türkiye ve Yunanistan'a Yardım Yasası" yürürlüğe girdi ve yasanın girişine "özgürlük ve bağımsız varlığımızın sürdürülmesine yardım edilmesi için" ABD'ye başvurduğumuz tümcesi yerleştirildi.
Bu sözcükler, ABD'nin, Kurtuluş Savaşı vererek "tam bağımsız" Cumhuriyetini kuran ve kendi olanaklarıyla onu 25 yılda -ve büyük savaş koşullarında- yücelten Türkiye'den aldığı bir rövanştı. Mustafa Kemal 'in kurduğu Cumhuriyet, "varlığını sürdürmek" için Amerika'dan yardım dileniyordu!
Kongre Yasası'nın 5. maddesinde altı çizildiği gibi "Birleşik Amerika Başkanı zaman zaman bu kanun hükümlerinin yürütülmesi için gerekli ve uygun olabilecek kurallar koyabilir" türünden bir "egemenlik teslimiyeti" de getirilerek Türkiye Cumhuriyeti tamamen etkisizleştirildi. Her kuralı peşinen kabullendi. Yetmedi, "Türkiye Hükümeti, bu yardımın amacı, kaynağı, mahiyeti, genişliği, miktarı ve işleyişi hakkında tam ve devamlı yayın yapacaktır" denilerek Ankara, Amerikan propagandasına aracı yapıldı. Tüm bunlara karşı çıkan yurtseverlere de, "Amerika'dan kopup Sovyetler'in kucağına düşmemizi isteyen komünist" ler damgası vuruldu. Lozan Antlaşması'nı ve kapitülasyonların kaldırılmasını onaylamayan, Mustafa Kemal öncülüğünde yapılanan "tam bağımsız" Türkiye Cumhuriyeti'ni kabullenemeyen ABD, sonunda Türkiye'yi içeriden fethetti. Bugüne değin uzanan süreçte ilişkilerde neler yaşandığını hep biliyoruz.
Dahası, 1923'lerde Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu onaylayan Avrupa'yı aşağılamaktan geri kalmayan Washington, bu süreç içinde Türkiye-Avrupa ilişkilerini ve yakınlaşmasını da hep baltalamayı sürdürdü. Türkiye'yi salt kendi etkinlik alanının bir iç kalesi olarak gördü. Siyasal ve ekonomik ilişkiler bir yana, askersel ilişkilerde ve Amerikan üsleri çerçevesinde, kimi zaman Türk birlikleri kendi ülkelerinde kendilerini yabancı bir ülkede sanma durumuna düşürüldü.
Sovyetler'in dağılmasından sonra "komünizm" tehdidi bir işe yaramadı ama, bunca yıllık bağımlılığın dayattığı koşullar öylesine pekiştirilmişti ki, Amerikasız bir adım atmak düşüncesi neredeyse tümden yitmişti.
Zaman zaman AB düşüncesi bile Amerika'ya muhalefet olarak dillendirildi, uzun süre. Bir televizyon programına katılan zamanın Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Þükrü Sina Gürel , olası Irak savaşından Türkiye'nin AB üyeliğine uzanan bir dizi konuya değindi ve "Bizi bir tek ABD anlıyor" dedi. İşte durum bu!
AB'ye teslimiyet
Genel seçimlerin arifesindeyiz. AB'ye teslimiyet kapısındayız. Sanki yeni bir olguymuş gibi "küreselleşme" çıkışıyla sermayenin, emeği ve insanları dünyanın her yanında daha da ağır boyunduruk altına aldığı bir süreçteyiz. 11 Eylül'ün ardından "terorizme karşı haklı savaş" sürdürüldüğü dayatmasıyla yabancı ülkelerde operasyon düzenleyen Amerikan askerlerine karşı hiçbir kovuşturma açılmaması için, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Washington tarafından sabote edildiği ve baskıcı yasaların daha da acımasızca uygulandığı bir dönemdeyiz. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu kabullenmeyen ve onun "tam bağımsızlık" ilkesini hep yadsıyan, "Türklerin Avrupa'da ve uygar uluslar çevresinde yeri yoktur" kanısını öne çıkarmış Amerika'ya, hâlâ "Bizi bir tek ABD anlıyor" diyerek "tam bağımlılık" gösterilebiliyor ülkemizde.
"Bizi bir tek Amerika anlıyor" diyenlere Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşama hakkı yoktur. Mustafa Kemal, vatanını satanlar gibi değil, vatanını savunanlar olarak bağımsızlığımızı bayrak edinen Anadolu halkıyla birlikte Yedi Düvel'e karşı Kurtuluş Savaşı vermiştir.
Türk genci Cumhuriyetimizin, Devrimlerimizin sahibi ve bekçisidir.
Bugünkü Cumhuriyet 1923'lerdeki Cumhuriyet midir?
Bilinçli bir anlayışla Cumhuriyeti kutlamalıyız