Türk dış politikası içeriksiz 'stratejik ortaklıklara', başka egemen güçlerin sözcülüğünü yapmaya indirgenmiş durumda. Oysa Atatürk'ün dış politikası, ideolojik kökenini Kurtuluş Savaşı'ndan alan, hayalperestlikten uzak, ülke güvenliğini ön plana çıkaran bir yaklaşımı sergiler.
Türkiye'nin dış politikada yaşadığı savrulma ve yön kaybı, gerek bölgedeki gelişmelerle, gerekse AB ve ABD karşısındaki çekingen, etkisiz, edilgen politikalarla doruğa çıkmıştır. Dilinden, "bir adım önde olmak", "reaktif değil, proaktif dış politika" gibi sözleri düşürmeyenler, ülkemizin bölgedeki silikliğini, Büyük Ortadoğu Projesi denen emperyalist projede, Medeniyetler İttifakı adlı dış politika balonunda "eşbaşkanlık" görevi üstlenerek, son olarak da Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yaparak gidermeye çalışmaktadırlar. Ama dış politikayı biraz bilenler, bu son çabanın Türkiye'nin kendi iç dinamikleriyle, kendi kararıyla başlamadığını, işaretin Washington'dan geldiğini bilirler. Başkaları adına arabuluculuk yapanların, -hem de bu kadar çatışmış iki ülke arasında- barışı sağlayabildikleri, tarihte görülmüş şey değildir. Burada Türkiye adına hazin olan, dış politikayı ulusal çıkardan, coğrafyadan, ekonomiden ve askeri güçten bağımsız düşünme yanlışının, ABD'nin "Türkiye'nin stratejik ortağı olduğu" yalanıyla birleşmesi, bunun da kimilerince "başarılı, aktif dış politika" olarak sunulmasıdır. Yaşadığımız bunalımda, sözlüklerinden "emperyalizm", "sömürü" gibi kavramları çıkaran, ABD'nin Irak'ı işgalini ve barbarca uygulamalarını, "savaş, çatışma" gibi sözcüklerle açıklayan, dış politikayı ulusal çıkar ekseninden değil, "sivil toplum, demokrasi, insan hakları, özgürlük" gibi içi boşaltılmış ve yozlaştırılmış kavramlar üzerinden yorumlamaya çalışan kimi uzmanların, bilim insanlarının, gazetecilerin de vebali vardır.
ATATÜRK'ÜN POLİTİKASI
Türkiye'nin yıllarca kesintisiz olarak uyguladığı, sınanmış ve başarısı kanıtlanmış tek dış politika modeli, Atatürk'ün bölge merkezli dış politikasıdır. Gazi'nin sağlığında izlenen dış politika, sadece bölgede, Türk dünyasında, İslam âleminde, mazlum milletler nezdinde değil, Batılı emperyalist güçler nezdinde de Türkiye'nin itibarını arttırmıştır. Ve bu politika, iç politika ve ekonomi politikalarıyla uyumlu, kendi içinde tutarlı, ülkemizin coğrafi konumuyla örtüşen, aynı zamanda ideolojik yönü de olan bir dış politikadır. Günümüzde kimileri, dış politikada ideolojik yaklaşımlara yer olmadığını, bu alanda pragmatizmin, gerçekçiliğin, reel politikanın gereklerinin egemen olduğunu vurgulasalar da, Atatürk'ün dış politikasının ideolojik boyutu da vardır ve köklerini Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan alır. Gerçekçilik, faydacılık, ülkede ve dünyada barışı, istikrarı öncelemek, maceracı yaklaşımlardan, hesapsız adımlardan, hayalperestlikten, romantik heveslerden, ırkçı, yayılmacı, irredentist, istilacı politikalardan uzak durmak gibi temel yaklaşımlarının yanı sıra, Atatürk'ün dış politikasında dört unsur belirleyicidir: Bölge merkezlilik, karşılıklılık (mütekabiliyet), antiemperyalizm ve mazlum milletler dayanışması.
Bu temel yaklaşımlar, kökünü ve gücünü Milli Mücadele'den alan, İttihatçı kadroların yanlışlarından ders çıkaran, bölgede izlenen saygın siyasetten alınan güçle, önce Avrupa, sonra da dünyada ağırlığını koymaya çalışan devrimci bir önder tarafından saptanmış ve uygulanmıştır. Atatürk'ün Türk dünyasına bakışında da, Batı ile ilişkilerinde de, İslam ülkeleriyle olan münasebetlerinde de, mazlum milletlere örnek tavrında da geçerlidir. Gazi'nin, hesabı kitabı elinden bırakmayan gerçekçiliğine ve uzun erimli yaklaşımlarına karşılık, Enver Paşa'nın Alman yandaşlığından Rus taraftarlığına, Turancılıktan İslamcılığa uzanan geniş bir yelpazede yaşadıkları dikkate alınırsa, tarihin kimi haklı çıkardığı görülür. Dünyanın, bölgenin ve ülkenin altüst olduğu tarihsel bir kırılma noktasında, tüm iyi niyetlerine ve vatanseverliklerine karşın, İttihatçı önderler yanılmış ve yenilmiş, Mustafa Kemal Paşa ise haklı çıkmış ve kazanmıştır. Zira Gazi, dış politikada da bu toprakların ihtiyaçlarını belirlemiş, bu toprakların kendi, milli, yerli sentezini yaratmıştır. Türkiye dışında kalan Türklerle, Kafkasya'daki, Orta Asya'daki, Batı Trakya'daki, Irak'ın kuzeyindeki soydaşlarla, dost ve akraba uluslarla, halklarla ilgilenirken, anavatanın güvenliğini asla tehlikeye atmamıştır. Onlara Türkiye'nin yakınlığını ve ilgisini hissettirirken, dil bağlarını güçlendirmenin ve kültürel işbirliğinin yollarını ararken, onların yaşadıkları ülkelerin yönetimiyle başlarını derde sokacak ve güç durumda bırakacak politikalardan özenle kaçınmıştır. Fuat Köprülü'yü Orta Asya gezisi sırasında araştırma yapmakla görevlendirmesi, diplomatlara görev yaptıkları ülkenin içişlerine karışmadan, oradaki Türklerle yakın ilişki kurmalarını, onların durumları hakkında ayrıntılı raporlar yazmalarını söylemesi, Lozan'da vurgulandığı gibi anavatan dışındaki Türklerin hak ve çıkarlarının korunmasında Türkiye'nin koruyucu rolünün hükme bağlanması, hep bu politikanın parçalarıdır.
Atatürk'ün, Orta Asya kökenli Türkçü aydınların, milliyetçi münevverlerin fikirlerini aldığı, dönemin en seçkin, en yetkin düşünürleriyle görüş alışverişinde bulunduğu, onları sofrasında ağırladığı, siyasete davet ettiği, üniversitelerde görevlendirdiği bilinir. Ancak dünyanın gidişatını tahlil ederken, ülkenin ihtiyaçlarını sıralarken, öncelikli çıkarlarını saptarken, Türkiye'nin imkân ve kabiliyetlerini bir an için bile göz ardı etmemiştir. TBMM'yi ilk tanıyan devletin Afganistan olması, mazlum milletler dayanışmasının seçkin bir örneği olarak tarihe geçmiş, Milli Mücadele'nin başlangıcından itibaren Sovyetler Birliği ile ideolojik düzlemde antiemperyalizm, politik düzlemde ise karşılıklı çıkar, bölge merkezlilik ve yakın ittifak ilişkisi temelinde kurulan dostluk, Gazi'nin çok temel bir dış politika tercihi olmuştur.
Tekil ve türdeş bir Türk dünyasının olmaması, günümüzde kendisini öncelikle Türk olarak değil, Kırgız, Kazak, Özbek, Tatar vb. olarak tanımlayanların çokluğu, SSCB dağıldıktan sonra görüldüğü gibi, Türk devlet ve topluluklarının kendi aralarındaki kimi çelişkiler, Moskova'nın milletler politikasının bazı bölgelerde kazandığı başarı, Atatürk'ün ne denli haklı ve uzak görüşlü olduğunu kanıtlamıştır. Bu nedenle, günümüzde Türk Ortak Pazarı tasavvur edenler de, Avrupa Birliği benzeri bir Türk dünyası tahayyülünü dillendirenler de, bu yapının sadece Türkiye ve Orta Asya'yı değil, aynı zamanda Irak'ın kuzeyi ve KKTC'yi içermesi gerektiğini söyleyenler de, Enver Paşa'yı değil, Atatürk'ü örnek almalıdır. Türk devlet ve toplulukları arasında ister sıkı bir federasyon, ister gevşek bir konfederasyon önerilsin, işin ekonomik boyutu, bu ülkelerin üzerinde oturdukları enerji yataklarının değeri, aralarındaki uzlaşmazlıklar, bölge gerçekleri ve dünya dengeleri mutlaka dikkate alınmalıdır.
BATIDEĞİL, MUASIRMEDENİYET
Atatürk'ün dış politikası hakkında yaygın olarak yapılan ikinci büyük yanlış, Atatürk'ü batıcı olarak tanıtmaktır. Atatürk, batıcı değil, tam bağımsızlıkçıdır, ulusal egemenlikçidir, aydınlanmacı ve çağdaşlaşmacıdır. Batı emperyalizmine karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı vererek ve en önemlisi antiemperyalist savaşla, egemenlik devrimini eş zamanlı olarak yaparak, ulus egemenliğine dayanan, laik ve çağdaş bir cumhuriyet kurmuştur. Asla batılılaşma terimini kullanmamış fakat sıklıkla muasır medeniyetten söz etmiş, hedef olarak da muasır medeniyeti yakalayıp, geçmeyi önümüze koymuştur.
Atatürk'ü dilinden düşürmeyenlerin de, sıkışınca Atatürk'ü anımsayanların da, O'nun istiklal-i tam ve hâkimiyet-i milliye konusundaki hassaslığını, duyarlılığını ve ödünsüzlüğünü çok iyi öğrenmeleri gerekir. Gazi'nin, antiemperyalist tavrını, bağımsızlığa gölge düşürmeyen, halel getirmeyen politikasını ve tüm bunların dayanağı olan altı ilkesini bir bütün olarak kıskançça sahiplenip, savunmadan Atatürkçü olmak olanaksızdır.