HEPAR - DENİZLİ Anadolu Kartalları Çalışma Grubu Benim İçin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP). Eşbaşkanının Damat Ferit'ten Hiçbir Farkı Yoktur.... KemalistKartal |
|
| İsrailoğulları (İbraniler) | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Admin Admin
Mesaj Sayısı : 668 Kayıt tarihi : 14/11/08 Yaş : 36 Nerden : Denizli
| Konu: İsrailoğulları (İbraniler) Ptsi Kas. 17, 2008 11:07 pm | |
| İsrailoğulları (İbraniler) 14 Mayıs 1948 tarihinde , uluslararası platformda yeni bir aktör olarak ortay çıkan İsrail Devleti , sıradan bir süreç içinde siyasi örgütlenmesini tamamlamış diğer devletlerle aynı kefede değerlendirilmemelidir. GİRİŞ
14 Mayıs 1948 tarihinde , uluslararası platformda yeni bir aktör olarak ortay çıkan İsrail Devleti , sıradan bir süreç içinde siyasi örgütlenmesini tamamlamış diğer devletlerle aynı kefede değerlendirilmemelidir.
Öncelikle İsrail’in siyasi gelişimi ve yapılanması söz konusu olduğunda , İsrail toplumunun nüvesi olan Yahudi unsurunun ön planda tutulması bir zorunluluktur.Yahudilerin tarih içindeki seyrini , buna bağlı olarak sosyal yaşantılarını ve karakter yapılarının tahlilini de bilmek gerekmektedir.
Çalışmamızın I.Bölümünde − amacımızın dinler hakkındaki bir araştırma olmamasına karşın − teoloji literatürüne başvurarak semavi dinler (ehl-i kitap) açısından Museviliğin anlamı ve Yahudi unsurunun diğer dinler içindeki yerini de vurgulayacağız.
Şüphesiz, inceleme konusu bir süreç ise , tek bir nedene bağlı kalınması da mümkün olmayacaktır. Odak noktamızı bu sürecin şekillenmesi ve devamlılığını sağlayan olgular , mihenk taşları oluşturacaktır. Bu amaçla II.Bölümde İsrail fikrinin oluşumunu belirleyen faktörler ele alınacaktır..
III.Bölüm ise , İsrail fikrini hayata geçirilmesini içermektedir.
Sonuç kısmında , tüm bu yapılan çalışmanın ortaya koyduğu veriler ışığında İsrail devletinin vücuda gelişinin eleştirisi yapılacak ve bu günkü sorunun alt yapısını teşkil eden olgular belirtilecektir.
Her ne kadar ortaya bir çalışma konulmuş olsa da , eksikliklerin vurgulanması da yararlı olacaktır. Öncelikle , konunun çok yoğun ve neredeyse tüm siyasi tarih olgularıyla ilişkili olması inceleme alanına tamamen nüfuz edilememesine neden olmuştur. Bu yoğunluk içinde bilgilerde seçici davranma zorunluluğumuz ise , konunun spekülasyona açık olması nedeniyle, her türlü bilginin ortaya konmasının gereksiz olacağı kanaatimizden ileri gelmektedir.
Kronolojik bilgi aktarımından da özellikle kaçındık. Görülebilecek zaman atlamaları bu sebeptendir.Karıştırılmaması amacıyla belirtmek isteriz ki ; çalışmamızda ne Musevi-Hıristiyan veya Musevi-Müslüman çatışması gibi taraflı olguları ne de İsrail işgali gibi 1948 sonrası siyasi tarihi içersinde değerlendirilecek bir konuyu ele aldık. İsrail Devleti’nin oluşumunun siyasi tarih açısından yaklaşımı çalışmamıza esas teşkil etmektedir.
BİRİNCİ BÖLÜM
YAHUDİ KARAKTERİSTİĞİNİN ŞEKİLLENMESİ
1. TARİHİ SÜREÇ
a) İLK YAHUDİLER
Yahudilerin kökenine inebilmek için dini metinlere başvurmak gerekir. M.Ö 2000 ‘ li yıllarda Hz. İbrahim soyundan geldikleri için İbraniler adını alan kavmin Mezopotamya’dan Filistin’e gelmeleri ile tarih sahnesine çıkmışlardır. Hz. İbrahim’in iki oğlundan Hz. İsmail bu günkü Arapların atasıdır. Diğer oğlu olan Hz.İshak ise , bir adı da İsrail olan Hz.Yakub’un babasıdır ki ; Yahudiler’e bundan dolayı “İsrail oğulları” ve Hz.Yakub’un 10 oğlundan biri olan Yuda veya Yeuda’dan dolayı da “Yahudi” denilmiştir. Hz. Yakub’un son dönemlerinde baş gösteren kıtlık nedeniyle , o sırada Mısır meliki olan diğer oğlu Hz.Yusuf ’un daveti üzerine Mısır’a göç ederler. Firavun II.Ramses döneminde (M.Ö 1300 ‘ler) eziyet ve işkencelere maruz kalan ve üçüncü sınıf muamelesi gören Yahudiler , Hz. Musa döneminde firavunun zulmünden kurtularak Sina Çölü’nü geçip Filistin’e gittiler[1]. Yahudiler eziyet ve işkenceye karşı mücadele ve isyan etme ruhunu kazandılar. Bu dönemden sonra Tevrat’ın İsrail oğullarının tüm sosyal hayatını belirleyici bir sıfata büründüğü görülür. Sonraki dönemlerde Hz. Davud ve Hz. Süleyman ile muhteşem bir hakimiyete sahip ve Yeruşalim (Kudüs) başkentli bir krallık kuruldu. Yeruşalim’de , Hz. Musa’nın Tur Dağı’nda Allah’tan aldığı 10 Emrin yazılı olduğu tabletlerin muhafazası için Süleyman Mabedi inşa edildi ( Bu gün o yerde Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra vardır ve Mabet’ten geriye “Ağlama Duvarı“ olarak bilinen kısım kalmıştır). Hz.Süleyman’ın ölümünden sonra krallık , kuzeyde, M.Ö. 9.yy.’da Asur hakimiyetine girecek olan İsrail Krallığı ile güneyde , M.Ö. 5. yy.’da Babil hakimiyetine girecek olan Yahuda Krallığı olmak üzere ikiye ayrıldı.. Yahudiler “Babil Sürgünü” olarak bilinen olayla Babil’e dağıtıldılar[2]. Sürgün hayatı , daha sonra etkinliğini tüm dünyaya yayacak olan “Yahudi Diasporasının” temellerinin atılmasını sağlamıştır. Babil Krallığı’nın Persler tarafından ortadan kaldırılması ile Yahudilerin bir kısmı Filistin’e dönüp Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa etmişlerse de M.Ö. 60’da Roma İmparatorluğu’nun Filistin’i ele geçirmesi ile yeni bir döneme girdiler.
b) ROMA İMPARATORLUĞU DÖNEMİ
Yahudilerin , M.S.70’deki 1.Ayaklanmaları , Vesposionus tarafından bastırıldı. M.S. 115-117 yılları arasında ise Mısır, Mezopotamya , Kıybrys ve Cyrenica diasporalarında çıkan isyanlar da sonuçsuz kaldı . En son M.S. 132-135 arasındaki 2.Yahudi Ayaklanması’ndan (Bar Kochba) sonra ise Yahudilerin Yeruşalim’e (Kudüs) girmeleri yasaklandı. Yaklaşık 2000 Yahudi Ailesi ¾ki bu en az 10000 kişi demektir ¾ imparatorluğun çeşitli yerlerine dağıtıldı.[3]
Aslında Roma’nın Hıristiyanlığı kabulü öncesinde Yahudilerin o dönemde hiçbir azınlığa tanınmayan sosyal haklardan yararlandıkları görülür. Önceleri Pergama , Halikarnassos gibi belli şehirlerdeki Yahudiler için tanınan askerlikten muaf tutulma , ibadet ve toplanma özgürlüğü , serbestçe tarım yapma ; kısırlaştırma ile eş cezai yaptırıma tabi sünnet hakkının dahi tanınması gibi haklar Cladius zamanında imparatorluk içindeki tüm Yahudilere tanındı. Ancak M.S. 313’te Büyük Konstantin ve sonrasında August’un Hıristiyanlara inanç özgürlüğü tanıması ile başlayan süreç sonunda 381’de I . Theodosius’un Hıristiyanlığı resmi din olarak kabulü ,Yahudilerin bu durumunu tersine çevirmiştir.[4] 3. Lateran Konsili’nde Yahudilerle birlikte yaşayan Hıristiyanların aforoz edileceği kararı alınmıştı.[5] Şam’da Ortodoks Hıristiyanlar, Yahudilere karşı “Kan İftirası” (Blood libel) çıkarıyorlardı. Bir Hıristiyan çocuk kaybolsa bundan Yahudiler sorumlu tutuluyordu. Çocuk bir zaman sonra ortaya çıkmış olsa dahi , zaten birkaç yüz Yahudi öldürülmüş olduğunda bir önemi kalmıyordu . Polonya ve özellikle Rusya’da Çarlık desteğinde bu tür olayların yaşanması muhtemeldi.[6] Hatta kıtlık olduğunda bile sorumlusu Yahudiler kabul ediliyordu.
Şunu bilmek gerekir ki; bu dönem İslam coğrafyası ve özellikle Osmanlı devleti sınırları içinde Yahudiler için tam bir özgürlükler havası esmektedir. Orta çağ Avrupası’nda bırakın temel hak ve hürriyetlerine sahip olmayı insan sıfatı bile layık görülmeyen Yahudiler Osmanlı topraklarında inanç ve ibadet serbestliğinin yanı sıra , hangi mesleği yapacağına da karar verebilmekteydiler. İspanya engizisyonlarından kaçan ve Osmanlı’ya sığınan Yahudilerin tekstil ve dericilik sektörünü yaygın olduğu Selanik’te istihdam edilmeleri bir tesadüf değildi. Hatta İslam hakimiyeti altında devletlerin bürokrasilerinde önemli mevkilere yükselmişlerdir. Osmanlı dış ilişkilerinde diğer azınlıklar gibi Yahudiler de başta tercümanlık, hekimlik ve mimarlık olmak üzere çeşitli görevlerde kullanılmışlardır. Balkan Savaşları sırasında Divan-ı Hümayun tercümanlığını Yahudi Davut Efendi yapmıştı.[7]
Hıristiyanlar açısından Hz.İsa’nın çarmıha gerilmesinden sorumlu olanlar Yahudilerdir. Bu anlamda Hıristiyanlara göre tanrının katili (godkiller) tüm Yahudilerdir[8]. Sürgün hayatı ile beliren ve yukarıdaki dışlanmışlık nedeniyle kesinleşen azınlık anlayışı ,Yahudilerin karakterlerini şekillendiren olgulardan biridir. İçinde yaşadıkları topluma karşı yabancılaşan ve her an kitlesel tehlikelerle karşı karşıya kalan Yahudiler , kısmen güven içinde olabilmek için Ortaçağ Yahudi hayatına damgasını vuran “getto” tipi yerleşmelere gittiler. | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 668 Kayıt tarihi : 14/11/08 Yaş : 36 Nerden : Denizli
| Konu: Geri: İsrailoğulları (İbraniler) Ptsi Kas. 17, 2008 11:07 pm | |
| 2. GETTO HAYATI
Getto , yaşadıkları şehrin dışında veya kenar kesimlerinde , etrafı kale tipi surlarla çevrili , ayrı mahallelere verilen isimdir. 3. Lateran Konsili kararları bunun esas sebebidir.
Yahudilerin şehir dışında yaşamaya ve ancak belirli zamanlarda , izine tabi olarak çıkabilmeye zorlanmaları ile vaftiz olarak Hıristiyan topluma karışmak isteyenlerin dahi Yahudi kanının kirinden kurtulamamış “yeni Hıristiyanlar” veya “dönmeler” olarak dışlanmaya devam edilmeleri, kuvvetli iç örgütlenmelere kurmalarına , benliklerini kaybetmeden ve bütünlüklerini bozmadan kalmalarını sağlamıştır . Moşeler Musa , İsrael Kohenler İsmail Kan , Robert Sevilyalar Raşid Kaya , Abraham Noamlar İbrahim Nom olmuştur. Ancak onlar hala saf Yahudilerdir.[9]
Sürgün psikolojisi altında toprak sahibi olamama nedeniyle, her an taşınabilecek ama toplum dinamikleri içinde hiç de göz ardı edilemeyecek ekonomik faaliyetler olan ticaret ve ekonomik sistemlerin değişimine bağlı olarak bankerlik uğraşıları Yahudilerin yöneldiği alanlar oldu. Günümüze değin bu sektörlerde Yahudi sermayesinin egemenliği herkesçe malumdur.
Yahudi karakteristiğinin “azınlık psikolojisi” ve “Getto” belirleyicilerine değinmişken seçilmiş ırk ve vaat edilmiş topraklara dönüş inanışlarının buna olan katkılarını ele almak faydalı olacaktır.
3. ÜSTÜN IRK - SEÇİLİMİŞ MİLLET İNANCI
Yahudilerde , dünyaya hakim olma ve dünyanın yönetimini üstlenme sorumluluğunun Tanrı tarafından kendilerine verildiği ve bu yüzden de diğer milletlere karşı nispi üstünlüğe sahip oldukları yönünde bir anlayış vardır. Hatta bu Tanrıyla ünsiyet kurmaya kadar götürülmüştür.[10] Yahudi bir anneden doğan veya Yahudi dinini kabul edenlerin dışındakiler, Yahudilerle eşit değildir. Esasında bu üstünlük, Hz. İbrahim’e Tanrı tarafından yurt olarak gösterilen – vaat edilen topraklar – Filistin ve civarına dönüşün yegane şartıydı . Birbirinden ayrı düşünülemeyecek olan bu iki olgu sürgünle başlayan diasporanın kimliğini koruması için geliştirilmişti. M.Ö. 6.yüzyılda rahip Nehemi ve yazıcı Esderas’ın evlenmeyle ilgili hazırladıkları kanunlar bunun en güzel örnekleridir. Onlara göre , Yahudi erkeklerin yerli kadınlardan derhal boşanmaları veya Yahudi kızların yabancı erkeklerle evlendirilmemeleri gerekmekteydi.[11] Elza Niyego’nun hayatı pahasına Osman Ratıp Bey’le evlenmemesi için temel neden de bu sayılabilir[12] . Yoksa gelecekte seçilmiş millet tarafından vaat edilmiş topraklarda kurulacak evrensel hakimiyet tehlikeye girecekti.
İKİNCİ BÖLÜM
İSRAİL FİKRİNİN OLUŞMASI
1. FRANSIZ İHTİLALİ İLE DEĞİŞEN DEĞERLERDE YAHUDİLER
Yaklaşık 2000 yıllık hakimiyet altında yaşamaya son verecek olan İsrail’in kuruluşunun temel çıkış noktası , adı pek geçemese de Fransız İhtilalidir. Tüm Avrupa sosyal ve siyasal değerlerinin değiştiren bu olayla birlikte ön plana çıkan unsurlar malum olunduğu üzere özgürlük , kardeşlik , eşitlik ve milliyetçiliktir. Eşitlik anlayışı , gettolara sıkışmış Yahudilerin diğer unsurlarca kabul edilmelerini, aynı hukuki ve siyasi haklara sahip olmalarını, sınırlama olmaksızın iktisadi girişimlerde bulunmalarını ve hayatın akışına müdahil olmalarını sağladı. Bu yumuşama ortamında , Yahudiliğin sadece bir ahlaki prensipler bütünü olarak benimsenmesi ve bütün Yahudilerin içinde yaşadıkları toplumla bütünleşmeleri gerektiği görüşünde olan “Reformist Yahudiler” ortaya çıktı.
Hıristiyan –Yahudi çatışması ise dini nedenlerden dolayı hala güncelliğini korumakta iken, Yahudi varlığının sosyal bir birim olarak kabulüne zemin hazırlayan milliyetçilik , bu çatışmanın ikinci ama en çok tartışılan ve istatistiklerde bir anda Yahudi ölümlerinin milyonlarla ifade edilmesine neden olan , ırk ayrımı temelinde hızla yayılan anti-semitizmin (ilerde değinilecektir) doğuşuna da neden olacaktır.
2. ANTİ SEMİTİZM
Shem , İbraniler ,Aramiler ,Araplar ve Etyopyalılar gibi toplulukların dayandığı insana verilen isimdir. Bu kavimler ise Sami dilini konuşmaktadırlar. Ana dili Semite (Sami) dili olanlara ise Semitik (Samice ) denilir. J.G. Eichhorn’un Sami dilini Arapça , İbranice vb. dilleri konuşanlara indirgemesi ile amacı , bundan başka dilleri kullanan Aryan (Ari) ırkından farklı olduklarını vurgulamak içindir. Yanlışlığı daha sonra fark edilecek olmasına rağmen Sami, artık yalnızca tek ve ayrı bir ırk olarak kabul edilen Yahudiler için kullanılacaktır. Bundan sonra Yahudi varlığına yönelik her menfi teşebbüs devası bulunmaz olan anti semitizm kapsamında değerlendirilecektir. Süregelen Yahudi düşmanlığı dini nedenlere dayalı iken , 19 yüzyıldan itibaren kullanılan anti-semitizm kavramı ile bu baskının dini yönü terk edilerek ırk farklılığına vurgu yapılmaya başlandı.[13]
Bu dönem Avrupa’da ortak dil ,din, siyasal yapı, kültür (örf-adet ve gelenekler) ile yaşayan ve aktif bir konsensusa (uzlaşma – rıza) sahip olanlar aynı ulus içinde değerlendiriliyordu.[14] Ulusların bağımsız ve optimum gelişim sağlayabilmeleri ise hakimiyeti altında yaşadıkları siyasal erkin de ulusçuluk kavramıyla şekillenmesine bağlıydı ki ; milliyetçiliğin sosyal hayat alanında zirveye çıkarak siyasal sistematik içinde yerini alması ile ulus – devlet modelinin doğuşuna zemin hazırlanmış oluyordu. Ulusçuluk kavramını aşırı şekilde yorumlanarak “volk” teriminde kendini tanıtan ve güdülen politikada araç olarak kullanılacak olan faşizm olgusunun ,Yahudilerin zihnine kazınan ismi ise Almanya’da hızla yükselen ,1933 yılında iktidara uzanan ve daha sonrasında diktatörlüğünü ilan eden Avusturyalı Adolf Hitler’di. Hitler dönemi Almanyası’nın temel siyasi göstergeleri ; “Bir Millet, Bir Devlet” (Ein Volk , Ein Reich ) anlayışı ile dünyadaki tüm Almanların birleştirilmesi ve bir devlet altında toplanması , Hayat alanı ( Lebesraum) ile sınırların genişletilmesi[15] ve konumuz açısından ehemmiyeti olan “Üstün Alman Irkının Korunması ” idi. Zaten Avrupa coğrafyasında rekabet edemedikleri için Nazi Partisine katılan avukatlar,doktorlar, bankacı ve bankerlerin varlığı[16] yetiyordu ama asimle olamamaları nedeniyle üstün Alman ırkını kirlettikleri gerekçesi Yahudilerin birkaç milyon can kaybına neden olacak hafifçe rahatsız edilmeleri ! için geçerli bir nedendi. Yahudiler ya toplama kamplarına gönderiliyor , ya öldürülüyor veya da kaçabilenler , Avrupa’nın Polonya’dan Avusturya’ya kadar kurulmuş olan Nazi hakimiyeti nedeniyle , kıta dışına çıkıyordu.
3. SİYONİZMİN KATKISI
a) KÜLTÜREL ALT YAPI
Yahudi kimliğinin oluşumu sırasında belirtmeyerek özellikle bu bölüme ayırdığımız bir olgu daha var ki; bu İsrail’in Filistin’de kurulması gerekliliğinin Yahudilerce meşruluk sebebi sayılan “Vaat edilmiş topraklar” ve “Mesih” inanışıdır.
Yahudilere göre “Mısır ırmağından büyük ırmağa , Fırat nehrine kadar olan” Kenan ili, aslında Hz.İbrahim’e ve O’nun zürriyetine Tanrı Yehova tarafından verilmiş topraklardır (Tekvin,15/18). Topraklar üzerinde tarihi haklar sahip Yahudiler bir gün mutlaka geleceğine inandıkları kurtarıcı –Mesih önderliğinde toplanacaklar ve Siyon üzerinde Kutsal Mabedi tekrar inşa ederek evrensel egemenliklerini kuracaklardır.Bu inanış Yahudilerde o kadar baskındır ki ; sürgün yıllarından itibaren erimeme psikolojisinin temel dayanağı haline getirmişlerdir. Her sene iki defa kutsal bayramlarını “Gelecek sene Kudüs’te “ buluşma temennisi ile bitirmeleri[17] ve İsrail devletinin kuruluş bildirisinde geçen “Yahudi halkının tarihi ve tabii hakları ile Filistin’de kurulduğu” ifadesi[18] bunun göstergesidir.
b) ENTELEKTÜEL OLUŞUMLAR
Reformist Yahudiliğin erime yönündeki kabullerine karşın , ulus tartışmaları içinde Yahudi sorununun ancak Yahudilerin aynı sınırlar içinde , bir devlet altında birleştirilmesi ile halledileceğini savunanlar ağırlıktaydı. | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 668 Kayıt tarihi : 14/11/08 Yaş : 36 Nerden : Denizli
| Konu: Geri: İsrailoğulları (İbraniler) Ptsi Kas. 17, 2008 11:08 pm | |
| Judah Alkali, 1840’ta Şam’da bir rahibin ölümünden sorumlu tutulan Yahudilerin öldürülmeleri üzerine , Mesih inanışının da etkisiyle , tüm Avrupayı dolaşarak artık kefaretin ödendiğini ve Siyon’a dönüş için somut adımlar atılmasının gerekliliğini vurgulamıştı. Aynı inanışla hareket eden Kalisher de Musevi liderler öncülüğünde örgütlenmesi gerektiğini savunuyor ,Macarların ,İtalyanların ve Polonyalıların örnek alınmasını istiyordu , hatta ilerde ismini sıkça duyacağımız Baron Rotschilder ‘den , Filistin’i dönemin ünlü valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşadan almasını öneriyordu. Bir önemli isim de Yehuda Pinkser’dir. Pinkser , Batılı devletler nezrinde 1840 katliamından sonra kabul gören destek için somut delil olması açısından Filistin’de Yahudi kolonizasyonuna gidilmesi gerektiğini öne sürmüş ve görüşleri Siyon Aşıkları kuruluşu ile yaygınlık kazanmıştır. Filistin’de bulunan az sayıdaki Yahudi’den cesaret alınarak girişilen kolonizasyon çalışmaları ,bundan önce hiç tarım yapmamış ve bölgeye uyum konusunda zorluk çeken Yahudilerin başarısızlığı ile sonuçlanmıştı. Elde kaynakların tükenmesi ile zor duruma düşmeleri üzerine , Siyon Aşıkları’nın topladığı yardımların 87.000 sterlin olması göz önünde tutularak , Baron Rotschild’in yaptığı 1,5 milyon sterlinlik hayati yardım da , kolonizasyon çalışmalarının istenen düzeye çıkarmadı. Rotschild’in yardım yapmaktan veya dönümlerce toprak satın almasından amacı , tarım da yapabilen Yahudilerin devlet kurmayı hak ettikleri ispatlamaktı.[19]
c) THEDOR HERZL VE SİYONİZM
Siyonizm , dünyanın çeşitli yerlerinde dağınık haldeki Yahudilerin Filistin’de toplanması amacıdır. Siyonizm , dini ve siyasi olmak üzere ikiye ayrılır. Dini Siyonizm , yukarıda da bahsedildiği üzere Yahudilerin kurtarıcı Mesih ile vaat edilmiş topraklara dönecekleri inanışından ibarettir ve çok dar kalıplar içinde kalmıştır.
Modern anlamda Siyon ifadesi ise Nathan Birnbaum tarafından 19. yüzyılın sonuna doğru kullanılmıştır. Birnbaum, üyeleri Yahudi olan ve tüm Yahudileri Filistin’de toplayacak bir parti örgütünün kurulmasını Siyonizm olarak adlandırmıştı.
Sonrasında , yine Yahudi olan Marks ve Engels ile sosyalizm alanında çalışmalarda bulunmuş, ve aynı zamanda Herzl’in de perde arkasındaki fikir öncülüğünde bulunan Moses Hess ilk Siyonist olarak karşımıza çıkmaktadır.
İsrail’in teorik kurucusu ve siyasi Siyonizm’in babası olarak nitelendirilen Dr. Thedor Herzl, 1860’da Budapeşte’de doğmuş bir avukattır. Avukatlıktan sonra Neue Frei Presse gazetesinde yazmaya başlamıştır. .Teğmen Dreyfus davasını izlediği sıralarda , teğmen aleyhinde haksız bir idam kararı verilmesi, Herzl’in Yahudi sorununa eğilmesine neden olmuştur. Önceleri vaftiz olarak Hıristiyanlığı kabul ile ve daha sonrasında kültürel asimilasyon ile yaşadıkları toplumun içinde erime yoluyla sorunun çözülebileceğini düşündü. Ancak bunlardan vazgeçmesi uzun sürmedi .Herzl daha köklü bir çözüm yolu arıyordu.
Dini Siyonizm , Yahudileri Filistin’e topladıktan sonra kalıcı bir statü belirlemeyen teorik bir beklentiden öte gitmiyordu. Ayrıca , sadece cemaat içi bir mesele olduğundan kapsamı ile uygulaması sırasında destek bulması ve pratik alana yansıtılması da çok zordu.
Bu zaafların bilincinde olan Herzl , amacı aynı olmasına karşın , kendisini tanımlaması ve kullanacağı yöntemleri ile bambaşka bir Siyonizm sunuyordu ki; buna Siyasi Siyonizm denilmiştir. Siyasi Siyonizm kendisine şu temel prensipleri[20] belirlemişti :
Ø Yahudiler dini bir cemaatten öte bir ulustur. Bu kabul Yahudi meselesinin çözümü açısından cemaat içi bir sorun olmaktan çıkmasını sağlamıştır.Yahudi olmayan Siyonistlerin desteği ise Herzl için ehemmiyet taşıyordu. Siyonistler bundan sonra ısrarla Yahudilerin ulus olduğunu savunmuşlardır . T.Herzl’in yakın çalışma arkadaşı ve sonraki dönemlerde Siyonizm’in başkanlığında bulunacak olan Max Nordau şöyle diyordu : “ Yahudileri ulus olarak kabul etmeyen Siyonist değildir. “[21]
Ø Her devirde ve her yerde işkenceye ve kötü muameleye maruz kaldılar.
Ø Yaşadıkları toplumlarca hiç eritilmediler.
Prensiplerini 1895’te ünlü Yahudi Devleti ( Der Judenstaadt) adlı kitabında topladı. Kitabında “Yahudi sorunu ne dini ne de toplumsal bir sorundur. Bu sorun uygar uluslarca tartışılması ve çözüme kavuşturulması gereken uluslar arası siyasi bir sorun olarak saptanmalıdır” derken aslında dini Siyonizm’in bir zafiyetine daha tepkisini dile getiriyordu , uluslararası dikkatin çekilmesi ve büyük güçlerin desteğinin sağlanması.
Tüm bu prensiplerin diğer Yahudilere aktarılması ve hayata geçirilmesi amacıyla organize olmak gerekiyordu. Ayrıca , bir gazete muhabirinin büyük güçlerle diplomatik münasebetlere girmesi mümkün olamayacağı için örgütlenme ihtiyacı belirmişti. Öncelikle Yahudi elit ve zenginleri desteğinde faaliyette bulunmak istedi. Ancak hem Baron Rotschild’in hem de Baron Hirsh’in destek vermemesi üzerine halka inmeyi uygun gördü. 27 Ağustos 1897’de Basel’de toplanan I.Siyonist Kongreye her kesimden Yahudi katıldı. Yapılan tartışmalı müzakereler sonunda Siyonizm’in amaçları , kullanacağı araçları ve 20 kişilik Büyük Hareket Komitesi ile Herzl , Nordau ve David Wolfsohn’dan oluşan Küçük Hareket Komitesi adı altında yürütme organı belirlendi. İktisadi alanda ise İngiliz –Yahudi Şirketi adı altında kurulan bir bankanın Filistin’in çeşitli yerlerindeki şubeleri aracılığıyla bölgedeki kolonizatörlerin toprak alımları düzenlenmeye başlandı. Siyonizm kurumsallaşmıştı. Herzl, “Basel’de Yahudi Devletini kurdum” demişti. Kongrenin aldığı ve Herzl’in en çok sevindiği karar ise Siyonizm’in amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla ilgili hükümetlerin onayının alınması için hazırlık yapılması yönündeki karardı. Artık Dünya Siyonist Örgütü’nün başkanı sıfatıyla Herzl’e diplomatik görüşme yolu açılmıştı. 1840 Şam katliamında müdahalede geç kaldığı için Osmanlı Devletini protestolara boğan ve Doğu Yahudilerinin güvenliklerini kendilerine mal eden Fransa ve özellikle İngiltere uygun adreslerdi. İngiltere ile kuruluşunda liberalizmin temel belirleyici olduğu ABD anti semitizmin çok az hatta hiç olmadığı ve dönemin diplomatik baskın erkleri oldukları için mutlaka destekleri sağlanması gereken ülkelerdi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İSRAİL’İN KURULUŞU
1. NEDEN FİLİSTİN
a) DİNİ GETİRİ
Siyasi Siyonizm ilkelerini belirlerken Yahudileri bir cemaat olmaktan çok ulus olarak tanımlamıştı. Bu gerçeği kabullenmeyen Yahudiler ise Hess’in deyimiyle Yahudi halkına ve ırkına ihanet etmiş bir alçaktı.[22] Dini vurgulara şiddetle karşı çıkmışlardı. Buna karşın Ortodoks Yahudiler de Siyasi Siyonizm’in sadece Siyonizm kısmını kabul ediyorlar ve dönüşün insan eliyle değil de Mesih önderliğinde olacağını savunuyorlardı. Siyasi Siyonizm’in Filistin ısrarı aslında Yahudi toplumunun bilinçaltında barındırdığı bu “vaat edilmiş topraklara dönüş” inanışından yararlanmayı da içeren bir tezat arz eder. Hem uluslar arası alanda Siyonizm taraftarlarının dini haklılık açısından desteğini alacak hem de dinsel bir geleneği arkasına almış olacaktı. Yoksa Herzl için toprağın nere olduğundan ziyade boş olması önemliydi.[23]
b) BÜYÜK GÜÇLERİN ÇIKARLARI
Yerleşme konusunda öyle bir yer seçilmeliydi ki ; büyük güçler mutlaka müdahil olmalıydı. Amaç uluslar arası dikkatleri çekmek olduğu için ne Baron Hirsch’in teklif ettiği Arjantin ne de İngiltere’nin teklifindeki Uganda buna haizdi. Filistin ise gerek felsefe bilimsel gelişimlere sahne olması gerek dünya ticari hayatına piyasa kazandırması ve gerekse Musevilik , Hıristiyanlık ve İslamiyet’e beşiklik etmesinden dolayı M.Ö. 5000’lerden beri zaten global bir nitelikteydi.[24]
20.yüzyılın başlarından itibaren hakim sömürgecilik anlayışı , tarihi yaklaşımlara dayalı ittifaklarla beraber hızla global bir çatışma ortamına doğru kaymaya başlamış ve rekabet unsuru kendini her tarafta gösterdiğinden belirlenen siyasi manevralar karşı tarafın bertaraf edilmesine yönelik niteliğe bürünmüştür. Siyonizm’in bu noktada Filistin’i talep etmesi ise bu taktikleri alarma geçirmiştir. | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 668 Kayıt tarihi : 14/11/08 Yaş : 36 Nerden : Denizli
| Konu: Geri: İsrailoğulları (İbraniler) Ptsi Kas. 17, 2008 11:09 pm | |
| Fransızların azalan etkinliklerine rağmen 1840 Şam olayları sonucu bölgeye ilgisini yoğunlaştıran İngiltere, bölgeye Londra Yahudi Cemiyeti ile girmiş,sonrasında misyonerlik dahilinde kurduğu Londra Misyoner Cemiyeti ile de Protestanları himaye hususunda ilerlemişti. Mısır Meselesi nedeniyle sömürgeleri açısından bölgenin kadim önemini fark eden İngiltere dengeleri devamlı lehinde ayarlamak niyetindeydi.
İlgisi olan diğer bir devlette, izlerini kazımak suretiyle daha sonraki yıllarda Baas hareketinde (Rusya’ya yakınlık açısından) de etkisini gösterecek olan Rus Çarlığı idi. Slavlar aracılığı ile Balkanlarda kurulan nüfuz ,bu sefer mezhep birliği aracılığı ile Suriye ve Filistin başta olmak üzere bölge azınlıklarının himaye altına alınması amacında kendini gösteriyordu. Zaten global dengeler de bunu gerekli kılıyordu.
Osmanlı Devleti’nin üzerinde belirlenen her politikada çıkarlarını gözden geçirmek zorunda olan Almanya , çelişkiler içinde siyasi bir tercih yapmak zorundaydı. Diğer devletlere oranla Almanya Yahudi aleyhtarlığında en önde gelen ülkeydi. II.Dünya Savaşı’nda Hitler siyasetinde doğrudan hedef olarak belirlenen Yahudiler, Wilhelm Almanyası’nda da aşağı ırk oldukları ve Aryan ırkını kirlettikleri gerekçesiyle temizlenmesi gereken bir sorundu. Almanya antisemitik çıkarları gerekçesiyle Siyonizm’e destek veriyordu. İç politikadaki bu büyük getirinin önüne Almanya’nın birliğini tamamlaması ile amaçladığı yayılma siyaseti engel oldu. Zira Almanya’nın Ortadoğu’da nüfuz alanı kurabilmesi için Yıldız Sarayı ile iyi geçinmesi gerekiyordu. Osmanlı devleti ise Siyonizm’e başından beri karşıydı. Tercihini dış çıkarları yönünde kullanan Almanya Siyonistlerden desteğini çekti. Böylece Fransız tekelinden kurtardığı Katoliklerin himayesini ve II.Abdülhamit’in onayıyla başladıkları hayır kuruluşu,okul,vb. inşası gibi nüfuz araçlarını da garantilemişlerdi.
Kurulacak bir Yahudi devletini himaye edebilecek bir devlet bölgede söz sahibi olacaktı. Ancak Almanya’nın sayılan nedenlerden ötürü desteğini çekmesi ile , Almanların Siyonistleri kullanma amacında olmadığını anlayan Rusya da desteğini çekti. Herzl’in diplomatik başvuruda bulunamadığı tek devlet olan Fransa’nın ise , Filistin’de tek bir gücün etkisinde kurulacak Yahudi devletini desteklemedi açıktı.
İngiltere açısından ise olaylar daha önemsiz bir konuma gelmişti. Fransa ve Rusya’nın desteğini çekmesi ve Fransa’nın sert tutumu dolayısı ile o da destek konusunda geri adım attı. Siyonistlere Uganda’yı teklif etmesi bu yüzdendir.[25] Sorun İngiltere için üzerinden atılması gereken bir yük olmuştu.
Sorunun sonraki seyrinde etkili olacak diğer devlet de ABD’dir. İngiltere’de Yahudi asıllı Benjanim Disraeli’nin başbakanlığa kadar yükselmesinin benzeri olarak ABD de Yahudiler için etkinliklerini artırma konusunda güçlü imkanlar sağlamıştır. Geleceğin süper gücünün iskeletinde yer alan Yahudiler , İsrail’in kuruluşu ve sonrasında devamlılığı noktasında ABD kozunu hala kullanmaktadırlar. Abraham Lincoln örneği ve en güçlü Yahudi lobisinin ABD’de olması bunun göstergeleridir.
2. FİLİSTİN’E GÖÇ
Siyonizm , amaçlarını gerçekleştirmek için uluslar arası platformda tüm Yahudilerin bir ulus olduğu ve bu ulusun Filistin’de kurulacak bir devlet altında birleştirilmesi suretiyle Avrupa Yahudi sorununun çözüme kavuşacağını duyurmuş ve bu görüş de destek bulmuştu. Taraftar ve yer sorunu aşıldığına göre artık Filistin’e yerleşmeye başlamak gerekiyordu.
I.Siyonist Kongrede tasarı olarak kararlaştırılan ve Aralık 1901’de yine Basel’deki 5.kongrede Suriye ve Filistin’de toprak alınması amacıyla kurulan Yahudi Ulusal Fonu (Jewish National Fund –JNF) ciddi çalışmalarda bulundu .Kendisine prensip olarak toprak alımları için tüm dünya Yahudilerinden para toplanmasını , tarımsal topraklar dışında tüm arazi türlerinin de satın alınacağını , toprağın vazgeçilemez olduğunu , işletilmesinin JNF’e ait olacağı ve yalnızca Yahudilere kiralanabileceğini belirledi. 1920’de 22.363 ,1930’da 278.627 , 1940’da 515.950 ve 1948’de 700.000 dönüm -ki tüm Filistin topraklarının %3.5’idir- JNF tarafından satın alınmıştır.[26] 1920 öncesinde ilerleyememenin nedeni ise Osmanlı toprak yasalarını yabancıların mülk edinmesini yasaklamasıydı.
Toprak alımları bir yandan devam ederken , Filistin’e yerleşmek için Yahudi göçleri de başlamıştı.Ancak Siyonizm’in tüm propagandasına rağmen Filistin’e yapılan göçler zayıf kalmıştır.19. yüzyıl sonunda Filistin’de 50.000’den az olan Yahudiler , 1914 te 62.000 civarında ve İngilizlerce modern anlamda yapılan 1922 sayımına göre de 83,794 Yahudi vardır.[27] Nazi zulmünden kaçanların dahi ancak %8,5’i Filistin’e gelmişti. Çok önceleri Charleston Yahudileri 1841 Bildirisinde ABD için “ Bu ülke bizim Filistinimiz ,bu kent Kudüsümüz , bu tanrı evi tapınağımız” diyorlardı.[28]
Göçün istenilen düzeyde olmaması Filistin’de satın alınacak toprakların istihdam edilememesi anlamına geleceğinden , Siyonizm tarafından kışkırtıldı. 1910’da Yemen’e yalancı bir vaiz gönderilerek Mesih’in İsrail’de beklenen krallığı kurduğu müjdesi veriliyordu[29]. JNF’in ilk zamanlarda programsız davranarak her türlü toprağı satın alması gibi , göç içinde her nerde ve nasıl olursa olsun Yahudiler teşvik edildi. Devletin kuruluşundan sonra Ben Gurion tarafından , Irak ,Yemen ve Bulgaristan’dan gelen güçsüz,yoksul ve vasıfsız Yahudilerden sonra ABD ve Batı’dan bekledikleri mühendis,hemşire,teknisyen vb. yetişmiş insan kaynağı niteliğindeki Yahudiler için “geleceklerine güvenim var” denmesi de göçlerin o ana kadarki niteliğini ispatlamaktaydı.Amerikan Yahudi Konferansı’nda Yahudilerin Filistin’e gitmeye zorlanması ile buna uymayanların ve tersiz kalanların ise rahatsız edilmesi ve belki de Haganah gibi örgütlere başvurulmasının gerekliliği yönünde karar alınıyordu. Hatta Müslüman ülkelerdeki havralarda “Müslümanlardan almayın” yazılı pankartlar dağıtılarak bunların Müslümanların eline geçmesi sonucu Yahudi aleyhtarlığının oluşmasına çalıştılar.Siyonistler amaçlarına ulaşmak için kendi halkının ölümüne bile neden olabilecek antisemitizmi kullanıyorlardı.
3. OSMANLI DEVLETİ VE II.ABDÜLHAMİT’İN SİYONİZME YAKLAŞIMI
I.Siyonist Kongre Basel’de toplandığında, toplantıyı takip edenler arasında Yahudiler dışında , bir Türk diplomatik görevlisi de vardı. Berlin sefiri Ahmed Tevfik Paşa olaylara yabancı kalmamış ve Kongreyi takip ettirmişti. İstanbul’a gönderdiği raporda Filistin’de devlet kurmayı düşünen siyonistlerin genişleme siyaseti güdeceğini bildiriyordu. Osmanlı Devleti daha baştan beri siyonizmi takibe almıştı.
Filistin’in Osmanlı Devleti sınırlarında olması nedeniyle Siyonizm enyoğun çalışmasını Türkiye üzerinde yapmıştır. 1896’da İstanbul’a gelen T.Herzl , Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıyı değerlendirmek amacıyla Padişah Abdülhamit’e Filistin toprakları karşılığında 20 milyon sterlin teklif etti. Robert Hess’in önceden dile getirdiği gibi “bize ülkemizi geri verin ,paramızla da çürüyen imparatorluğunuzu onarın” mantığı tekrar devreye girmişti. Padişah, toprağın kendisine ait olmadığını ,satmanın söz konusu olamadığını ve eğer parasızlık nedeniyle devlet yıkılırsa Yahudilerin para harcamadan Filistin’e sahip olabileceklerini dile getirmişti. 1902’e kadar toplam beş gelişinde Yahudi bankerlerin tüm Osmanlı borç tahvillerini toplayabileceğinden tutun da borç faizlerinin anında ödenmesine kadar değişik önerilerde bulunan Herzl ,bunun karşılığında Filistin’i her istediğinde ret cevabını aldı.
Padişah , gerek basını kullanarak ve gerekse siyonizm karşıtı Yahudilerin fikirlerine müdahale ederek siyonizme karşı tedbirler almaya çalışıyordu. Filistin’e gitmek isteyen şüpheli Yahudilere vize verilmemesi konusunda tüm diplomatik temsilcilikler uyarılırken, daha 1882’de hacılar dışında tüm Yahudilerin Filistin’e girişlerini yasak edilmişti. Bu yasağın delinmesi ile hacılar için bir ay kalabilme sınırlaması getirildi. Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerini engellemek amacıyla 3 nisan 1893’ten itibaren Musevilere toprak alma yasağı getirildi.Nitekim yerli satıcılarla anlaşmasına rağmen bu yasalara takılan Rothschildler kız okulu açmak için toprak alamamışlardı. Ancak tüm bu “Duhuliye Nizamnamelerine “ rağmen Yahudi girişi engellenememişti.
4. YÜKSELEN DEĞERLER : İNGİLTERE VE ABD
1840’taki Şam olayları nedeniyle insancıl amaçla Yahudileri himayesine alan İngiltere’nin 19.yüzyıl sonuna doğru global siyasi dengeler nedeniyle siyonistlerden desteğini çektiğini belirmiştik. “Hasta adamın” iyileşmesi yönündeki umutları sona eren İngiltere 1914 haziranına gelirken , bu siyasi ve iktisadi verimliliği emperyal iştahı kabartan topraklardan payına düşen kısmı maksimize etmenin çabasına düşmüştü. İnsancıl amaçlarla desteklenen Yahudiler bu amaçlar için uygun araçlardı. | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 668 Kayıt tarihi : 14/11/08 Yaş : 36 Nerden : Denizli
| Konu: Geri: İsrailoğulları (İbraniler) Ptsi Kas. 17, 2008 11:09 pm | |
| Kuruluşu ile adeta özgürlüğün sembolü olarak addedilen ABD ise Avrupa siyaseti ile bu dönemde pek alakadar gözükmese de insancıl haklar ve serbestlikler hususunda müdahil olmaktan geri durmuyordu. Ermenilerde olduğu gibi Yahudiler de ABD’nin ilgi alanı dahilindeydi. Duhuliye Nizamnamelerinin uygulanmaması hususunda diplomatik baskıyı kullanmaktan kaçınmamıştı. Kurulan Yahudi lobisinin etkinliği de reddedilemezdi.
Söz konusu Osmanlının paylaşılması olduğunda diğer devletler de sürecin hızlanması taraftarı olduğu için , Osmanlı Devleti üzerinde Batı baskısı oluşmuştu. I.dünya Savaşı’nın çıkması ile teorik tasarılar pratiğe aktarılmaya başlandı. Savaş devam ederken malum 1916 Sykes-Picot anlaşması ile İngiltere ve Fransa Ortadoğu’yu paylaştılar. Akabinde 2 Kasım 1917 tarihinde , İngiltere dışişleri bakanı Balfour’un, Siyonist Federasyonu başkanı Yahudi bankacı Baron Rotschild’e gönderdiği ve kendi adıyla anılacak olan Balfour bildirisi ile İngiltere’nin Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletini resmen kabul ettiği ilan edildi.Bu bildiri 1918 yılı içinde Fransa ,İtalya ve ABD tarafından da tanındı.[30] 1919 Paris Barış Görüşmeleri’nde İngiltere daha önce bağımsızlıkları konusunda anlaşmış olduğu Araplardan buna karşılık Yahudi göçüne karşı çıkmamaları yönünde anlaşmaya vardı. Bir yıl sonra ,1920’de ise Filistin’in İngiltere manda idaresi altına verilmesi karalaştırıldı.”A” sınıfı manda kapsamında olup bir süre sonra bağımsızlığına kavuşacak olan Filistin Mandasını kuran anlaşmaya Balfour Bildirisi de dahil edildi.[31] İngiliz mandasına girdikten sonra Filistin’e olan Yahudi göçü şiddetlendi.1933-1935 arasında 134.540 Yahudi göç etti.Araplarla Yahudiler arasında şiddeti gittikçe artan silahlı çatışmalara çözüm olması amacıyla bazı planlar yapıldı. 1937 Peel raporu Filistin’in Araplarla Yahudiler arasında paylaştırılmasını ,olmazsa ayrı muhtariyetlere sahip federasyon kurulmasını öneriyordu. Bunlar da sonuç vermeyince İngiltere başına dert olan bu meseleyi Birleşmiş Milletlere taşıdı . 2 Nisan 1947 tarihli başvuru üzerine BM özel bir komisyon kurdu.
5. İSRAİL’İN KURULMASI
BM’in Filistin’deki incelemeleri sonucunda Filistin’in manda idaresinden çıkarılıp bağımsız olması öngörülüyordu.Ancak Yahudi ve Araplar beraber düşünüldüğünde bağımsızlık için iki formül geliştirildi ;Filistin’d eiki ayrı devlet kuran ve Kudüs’e uluslararası bir statü tanıyan taksimat argümanı ile federal bir sistem sunan argüman. Genel Kurul’da ABD,Sovyet Rusya ve Fransa’nın lehte oy kullandığı ,İngiltere’nin ise çekimser kaldığı oylamada taksimat argümanını benimsedi. Bunun üzerine İngiltere Nisan 1948 itibariyle Filistin’deki kuvvetlerini çekmeye başladı. Kuvvetlerin çekilme işlemlerinin bitiminden bir gün önce , 14 Mayıs 1948’de , Yahudi Milli Konseyi başkanı David Ben Gurion İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti.
SONUÇ
Konu içinde sonradan değerlendirmede bulunmak amacıyla sonuca bağlamadığımız birkaç husus vardı.
Öncelikle söylemek gerekir ki; Yahudilerin kendilerine izafe ettikleri ırki üstünlük, günümüzün çağdaş değerleri ile bağdaşmamaktadır. Bu bir ayrımcılıktır. Bu yolla siyasi , sosyal ve kültürel bir üstünlük elde etmeye çalışmak ise hiç kimsenin hakkı değildir. Modern dünya bunu reddeder. İlginçtir ki daimi üyelerinden üçünün siyonizmi desteklediği bilinmesine rağmen , BM Genel Kurulu da 10 Kasım 1975’te Siyonizmin bir çeşit ırkçılık ve ırk ayrımı olduğunu , 3379 sayılı kararı ile kabul etti. Nordau şöyle demekle görüşlerimizi destekler :” Bir Yahudi , tüm Asyalı ya ad Afrikalıları bir yana koyalım ,sıradan Avrupalıdan çok daha üstün yeteneklere sahiptir.”[32]
Diğer bir husus da tarih haklar iddialarıdır. Bir Yahudi açısından bunu iddia etmek ne kadar normalse, Yahudi dışı biri tarafından da bunun alaya alınması o kadar normal olmalıdır.Şimdi Çin Hükümetine , “Doğu Türkistan’da bizim Kutsal kayamız var.Biz kutsal kayamıza tekrar kavuşarak bereketli topraklarda tekrar devletimizi kuracağız” diyecek olan Türklere, önce kendimizin güleceği açıktır. Herkesin kendine göre inanç kriterlerinin olduğu dünyamızda herkesin böyle iddialar öne sürmesinin nelere yol açacağı bellidir . Kaldı ki; önce Mezopotamya’dan Harran’a sonra da Filistin’e gelen İbraniler bölgeye kendilerinden önce yerleşmiş başka kavimlere rastlamışlardır. Yerli Kenanlılar , Hebron çevresinde Hititler , Amman civarında Ammoniler , Ölü deniz yakınlarında Moabiler ve güneydoğuda da Edomiler vardı.[33]
Günümüz İsrail sorununa sebep olan belki de esas olgu , İsrail devleti kurulurken Yahudilere Filistin’in yer gösterilmesi sırasında bölge yerlileri olan Filisitinliler’in (genelde tüm Arapların) yok sayılmış olmasıdır. Ahmed Tevfik Paşanın ilk siyonist kongre sonrası tespit ettiği gibi Filistin’le yetinmeyecek bir devlet olan İsrail, emperyal güçlerin himayesinde kurulmuştu ve onların güdümünde olması anlamak için fazla bir ileri görüşlülüğe gerek yoktu. Büyük güçleri ,bölgedeki ulusal veya topraksal her türlü birliği bozarak , bunları sağlayan dinamikleri yok ederek ,kendi çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla bölgede suni çatışmalar çıkarıp sonra bunları hazırladıkları senaryolara göre çözmeye çalıştılar .[34]
Batılı Devletlerin bir başka kazancı da yüzyıllardır Avrupanın ortasında çıban gibi duran Yahudi Sorununu Hıristiyan – Yahudi çatışmasından soyutlayarak, bütün kitap ehlinin taraf olacağı evrensel nitelikte bir Müslüman – Musevi çatışmasına dönüştürerek İslam coğrafyasının ihraç etmesiydi. Bu sayede yıllardır eziyet ve işkence gören Yahudilere diyet borçlarını ödemiş de oluyorlardı.[35] Şunu da belirtmek isteriz ki ; senelerdir Yahudiler İslam hakimiyeti altında rahatça yaşamışlardır ve bu günkü çatışmalar hiç görülmemiştir. Zaten İsrail Sorunu kapsamındaki çatışmalar da Hıristiyanlarınkinden çok farklıdır. Hıristiyanlar önceleri dini ve ulusçuluk sonrasında ise milliyetçi nedenlerle anti-semitik çatışmalara girmişlerdir. Filistinliler ile simgelenen Müslüman mücadelesi ise tamamen anti-siyonisttir. İsrail’in istediği yerli unsurlara hayat hakkı tanımadan genişlemektir. Devlet kurulduktan sonra JNF’in varlığının devam etmesi ise manidardır. Ünlü Yahudi bilim adamı Einstein’ın siyonist liderlerden Weizmann’a , Filistin’in Yahudilere verilmesi halinde Arapların ne olacağı sorusuna aldığı cevap ilginçtir: “Hangi Araplar? Onlar o kadar az ki!” Bir örnek de Dünya Siyonist Örgütünce 1954’de yayınlanan Haganah tarihi isimli eserde Benzion Dinur şöyle demektedir: ”Ülkemizde Yahudilerden başkasına yer yoktur. Araplara çekilin diyeceğiz. Eğer razı olmaz da direnirlerse onları kuvvet kullanarak geri atacağız!”[36]
Nomokrasi olarak kendini nitelenen bir devlette yorumu “semaya” değil de insanlara ait olan kanunlar[37] bağlı kalınarak belirlenecek politikalar mutlak surette istismara açık olacaktır. Yahudi kardeşi için faiz kurumuna şiddetle karşı çıkmasına karşın ,yahudi unsuru dışında bunu serbest kılma örneğinde olduğu gibi tahrif edilmeye Mısır’dan kurtuluştan beri alışık olan ve dini öğretinin hükümleri açısından iki defa (Hıristiyanlık ve sonrasında İslamiyet ile) neshedilen kurallar sistematiği, ancak ve ancak günümüz çatışma ortamından başka bir şey meydana getiremeyecektir. Barış ortamı için bunu gözönüne alınması zorunludur. | |
| | | | İsrailoğulları (İbraniler) | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|