HEPAR - DENİZLİ Anadolu Kartalları Çalışma Grubu Benim İçin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP). Eşbaşkanının Damat Ferit'ten Hiçbir Farkı Yoktur.... KemalistKartal |
|
| Süryaniler | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Admin Admin
Mesaj Sayısı : 668 Kayıt tarihi : 14/11/08 Yaş : 36 Nerden : Denizli
| Konu: Süryaniler Ptsi Kas. 17, 2008 6:13 pm | |
| Süryaniler Süryaniler, kökenleri 5000 yıl öncesine giden bir toplumdur. Mezopotamya'da yeşeren ve uygarlığın gelişiminde önemli rol üstlenen eski Mezopotamya halklarının yani köklü bir kültürün mirasçılarıdır. SÜRYANİLER
Süryani sözcüğünün menşei konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bunları üç grupta sınıflandırabiliriz; Coğrafik yaklaşım, Tarihi olay ve kişileri temel alan yaklaşım, Filolojik yaklaşım, Bu yaklaşımları destekleyen açıklamaları kendi içinde gruplandırarak görmeye çalışalım:
Coğrafik yaklaşım: Süryani adının, Lübnan’ın güneyinde bulunan ‘Sur’ şehir yerleşmesinden kaynaklandığı iddia edilir. Havarilerin tümünün bu şehir ve çevresinde oturmuş olmalarından dolayı, bunlar için “Suriin” ifadesinin kullanıldığı iddiası yaygındır. Yine, Yunanlıların Sur şehri bölgesinden yapmış oldukları ticaretten dolayı, burada yaşayanları “Süryani” olarak isimlendirdikleri ifade edilmektedir. Suriye ismi ile ilgili olarak yapılan açıklamalarda, Süryani kavramı, “Suriyeli” şeklinde açıklanmaya çalışılır. Yani, Suriyeli ile Süryani adlarının Suriye coğrafyasında yaşayan halkı ifade ettiği ileri sürülmektedir. Bölgede yaşayan yerli halk Keldaniler ve Babilliler’in alt kolları olan Asurlular, Ermeniler ve Nebatlılar Hıristiyanlığı kabul etmiş olmaları, bu topluklulara yönelik Süryani tanımlaması, putperest ırkdaşlarından ayırışımın bir ifadesi olarak Hıristiyan anlamında kullanılmıştır. Suriye coğrafyasında oturdukları için Suriyeli anlamında “Süryani” adıyla biliniyor ve Süryaniceyi kullanıyorlardı. Bu iddiayı savunanlardan; Mor Dionyesius Yakub Bar Salibi, Mor Mihayel Rabo ve Meçhul Urfalı Tarihi’nin yazarına göre Suriye ismi, bölgeyi ele geçiren Kilikos’un kardeşi Suros’tan gelmektedir.
Tarihi olay ve kişileri temel alan yaklaşım: Süryani adının, Pers Kralı Keyhüsrev’in (Süryanice’de Syrus veya Sirus olarak okunur) adından kaynaklandığı iddia edilmektedir. Keyhüsrev (Sirus) Babil’i fethinden sonra, burada tutsak bulunan Yahudileri M.Ö 534 de serbest bırakması ve ata toprakları olan Kudüs’e dönmelerini sağlaması, tapınak ibadetlerini ve ulusal kimliklerinin unsurlarını yeniden oluşturmalarına yardımcı olmasından dolayı, kurarıcı olarak büyük saygı ile anılmaya başlanır. Bu tarihi olayı, İsa’nın getirmiş olduğu yeni mesajla özdeşleştiren ilk Hıristiyanlar, putperest olan ırkdaşlarından ayrılıp farklılıklarını ifade edebilmek için kendilerini “Surin” olarak tanıtırlar. Bazı Süryani kaynaklarında Süryani isminin M.Ö. 1400–1500 yılları arasında Antakya şehrini inşa edip, Mezopotamya’da hüküm sürmüş olan Arami kralı Sürrüs adından kaynaklandığı konusunda da bilgilere rastlanmaktadır. Bu yaklaşıma bir örnek de, Süryani adının Hz. İbrahim’in sülalesinden gelen Dadanoğlu Asur, ya da Asurî’nden türetilmiştir.
Filolojik yaklaşım: Bu yaklaşıma göre; Asurlular ülkesine, Yunanlılar tarafından “Asur” kelimesinin sonuna “Y” harfi eklenerek “Asury” deniliyordu. Zamanla Asury kelimesinin “A” harfi düşerek, kelimenin “Surya” halini aldığı iddia edilmektedir. SÜRYANİLERİN KÖKENİ
Süryanilerin, Asur ve Arami kökeni konusunda ileri sürülen görüşleri iki grupta toplayabiliriz.
Birinci görüş; Aramilerin, M.Ö. XIV. asırda Suriye’nin doğusunda görünmeye başladıklarını kabul edip, bunları Sami kavimlerinin bir kolu olduğunu varsayıp, Mezopotamya’ya Arap Yarımadası’ndan geldikleri iddiasıdır.
İkinci görüş; Aramilerin, Mezopotamya’nın kuzeyindeki dağlık bölgelerin halkları olduğunu ileri sürenler de bulunmaktadır.
Süryanilerin Asur kökenli oluşu konusunda ileri sürülen görüşleri iki grupta toplayabiliriz.
Birinci görüş ; Asurlular, tarihin ilk çağlarından beri varola gelmişlerdir. Medeniyet, M.Ö. 4000 yıllarında, Mezopotamya’da Ham’ın soyundan gelenlerce veya Moğol ırkından olanlar, yani, Sümerler tarafından kurulmuştur. Kısa bir süre sonra, semitik bir kavim olan Akadlar, Mezopotamya’da görülür. Bunları, genellikle Asur diye yorumlanır, Asurluların ülkesi M.Ö. XX. yüzyıldan itibaren yükselmeye başlayıp imparatorluk haline gelen topluluk, M.Ö. 600’lü yılların başlarında Med ve Babilliler tarafından yıkılır. Asurlular göçebe topluluklar halinde yaşayan ve Semitik kandan gelen istilacı kişilerdi.
İkinci görüş ; Asurlular, Sami olmayıp, Orta Asyalı kavimlerle, Sami kavimlerinin karışımından meydana gelen ırktır. Samilerden önce, Asur iline hâkim olan ve Asur şehrini kuran Orta Asyalı Subarilerle, Samilerin karışımından doğmuş melez bir kavimdir. Orta Asya’ya dayanan bu etnik gruplar, zamanla Arap Yarımadası’nda kendi dillerini kaybetmişler ve Sami dillerini kullanarak Samileşmişlerdir.
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi, Süryanilerin ırki menşelerinin hangi temele dayandırılacağı konusu oldukça tartışmalıdır. Ancak, önümüzdeki gerçek şudur ki; Süryaniler, Mezopotamya’nın yerlilerindendir. Asur ve Arami kelimeleri, günümüzdeki Süryanilerin Hıristiyanlık öncesini ifade ederken, Süryani kelimesi ise, Hıristiyanlık sonrasına karşılık gelmektedir. Yani, Süryaniler, tarihi Mezopotamya’nın Asur, Babil, Keldani ve Aramilerin yeni bir sentezi olarak kabul edilmelidir. Asur, Arami kavramları, Hıristiyanlık öncesi Süryanileri kavramlaştırırken, Hıristiyanlık sonrası bu inancı benimseyen Mezopotamya kavimlerini ifade eden kelime ise Süryani’dir.
SÜRYANİ DİLİ’NİN (SÜRYANCA) KISA BİR TARİHİ
Hıristiyanlığın Ortadoğu’dan putperest batı dünyasına doğru hızla yayılışı, Yunancayla beraber Süryanca’nın da canlanmasına sebep olmuştur. Süryani kilisesi çevrelerinde, yeryüzünde konuşulan ilk lisan olduğu inancının bulunması, Hz. İsa’nın anadili olması ve menşe itibariyle kutsallığına inanılması, Tevrat’ın Daniel ve İncil’in Matta kısmı bu dilde yazılmış olması, Süryaniceye ayrı bir saygınlık kazandırmıştır. Bu dil, yeni din ile omuz omuza yürümüştür. Süryanca, M.Ö. 2300 yılları civarında, Mezopotamya topraklarında doğmuş ve yerleşmiş büyük bir kavmin lisanıydı. Anavatanı ve en yoğun kullanıldığı yerler; Urfa, Harran, Humus, Apemea ve çevresidir. Süryani lisanı, merkezi Suriye olmak üzere, El Cezire, Irak, Babil, Asur ile Doğuda İran, Kuzeyde Ermenistan ve Anadolu, Batıda Yunanistan ile Güneyde Arap memleketlerini kapsamış ve bu arada Cezayir’e kadar da yayılmıştır. Süryani dilinin Doğu Aramca’nın bir diyalektiği olduğu belirtilmektedir. Aramca-Arami, Sami uluslarının anayurdu olan Arabistan Yarımadası’ndan çıkarak kuzeye doğru yayılan dil dalgalarının üçüncüsüdür. Aramca, Sami dil ailesinin batı grubuna girer. İbranice ile yakın akrabadır. Aramca geniş bir coğrafi mekâna yayılmış, çeşitli halk toplulukları oldukça uzun bir zaman dilimi içerisinde kullanıldığı için birçok lehçeye ayrılmıştır. Sami dillerinin büyük çoğunluğu gibi, Süryanice de sağdan sola doğru yazılır. Arami alfabesinin hem İbrani hem de Arap alfabesinin temelini oluşturur. Hepsi ünsüz olan 22 harften oluşur. Ünlülerin ses değerini belirten işaretler, M.S. 1. bin yılın ikinci yarısında oluşturulmuştur. Ünsüzleri ünlüye dönüştürmek içinse, bir kaç ayrı sistem vardır. Şöyle ki, satırın üstünde veya altında ünlüleşme belirten nokta ve çizgi işaretleri kullanılırken, bir başka sistem de, harflerin üstüne gelecek şekilde Grek harflerine yer verilir. Süryani alfabesinin birkaç türü vardır. Bunlar Estrangeli, Doğu Süryanice ve Batı Süryanicedir. Bunların en önemlisi olan Estrangeli, M.S. X. yüzyıla kadar uzanan ve döneminin neredeyse tek yazısı durumundaydı. Bu yazı türü aynı zamanda Arapça Kufi yazısının kökeni olarak kabul edilmektedir. Süryanicede kullanılan ikinci yazı şekli ise, kullanım kolaylığı nedeniyle Esrangeli yazısıyla karışık olarak kullanılan yazı tipine “serto” adı verilir. Bu yazı tiplerinin dışında, “Eskuloyo”, mektup ve kompozisyon gibi yazı türlerinde kullanılan hafif yazı türü, “Giglonoyo” dairesel yazı, “Kanyodakiko” ince yazı, “Mfasko” kesik yazı, “Agroyo, İfifo veya Mtanyo” tekrarlanmış, “Gumroyo”olarak isimlendirilen yazı şekilleri de kullanılmıştır. Süryanilerin yoğun olarak yaşadıkları ve Turabdin diye anılan (Mardin, Diyarbakır ve ilçelerini içine alan coğrafik alan) bölgede genellikle üç dil konuşulur. Bunlar; Kürtçe, Arapça ve Süryanicedir. Bu dillerin, karşılıklı olarak birbirlerini etkilemeleri kaçınılmazdır. Süryaniler, kendi anadilleri yanında, diğer iki dili kullanmakla birlikte kentsel yerleşimlerde Türkçeyi oldukça yaygın bir şekilde kullanırlar. Kilise ayinlerinde, dua ve ilahiler dışında, kısa da olsa Türkçe vaazlar yapılmaktadır. Arapça, Türkçe, Kürtçe ve Süryanicenin yanında İngilizce, Almanca gibi dilleri konuşabilen Süryani sayısı da oldukça yüksektir. Süryanilerin Mardin merkez, bağlı ilçeler ve köyleriyle Diyarbakır ve İstanbul’da günlük yaşamlarında kullandıkları dile Turoyo adı verilmektedir. Konuşulan bu dil ile yazılı kaynaklarda kullanılan Süryanice (Khtobonoyo-yazı dili, klasik Süryanice) ile birbirinden oldukça farklıdır. Yazılı metinlerin dili olan Khtobonoyo, halk tarafından anlaşılamamaktadır. Süryani elitleri, yazı dili olan Khtobonoyo’nun ortak iletişim dili olarak geliştirilmesini ve bu konuda çalışmalar yapılmasını istemektedirler.
SÜRYANİLERDE FELSEFE
Edebiyat tarihçileri Süryani felsefe yazıları ile ilgili olarak, ikinci yüzyılın ortalarında yaşadığı söylenen Samsatlı Mara Bar Sarafion’la başlangıç belirtirler. Bu kişi Hıristiyan olmadığı, ama Tanrı’nın tekliğine, İsa’nın bir bilge olduğuna inandığı ifade edilmektedir. Süryanilerin felsefe ile ilgilenmelerine ilişkin genel açıklamalar, daha çok bir aktarıcılık, tercümanlık düzeyine vurgu yapmaktadır. Süryanilerin bu rolü üstlenmelerine, sahip oldukları zengin bir dil vasıtasıyla Yunan, Pers ve Arap kültürleri arasında iletişimin kurulmasındaki yetenekleri neden olmuştur. Süryanicenin Doğu ile Batı kilise ve manastırlarında belirleyici dil durumunda olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, kültürel anlamda sınırdaş durumunda oldukları Bizans İmparatorluğu’nun resmi dili olan Yunanca ve Pers İmparatorluğu’nun dili olan Farsça, misyon görevinin yerine getirilmesindeki önemi nedeniyle kilise ve manastırlarda öğretilmiştir. Buradaki amaç, Süryani inancının her iki topluma da ulaştırılmasıdır. Mezopotamya bölgesinde yaşayan Süryaniler, adeta bir kültür köprüsü olma durumunu her zaman muhafaza etmişlerdir. Yunan Felsefesine dair eserlerin ilk defa İskenderiye’de Süryani diline çevrilmesi, daha sonra bu mirasın Müslümanlara aktarılması işinde o dönem Süryanilerinin içinde bulunduğu teolojik tartışmaların belirleyiciliği şüphe götürmez bir gerçektir. Süryaniler, bununla birlikte İskenderiye ve Antakya’dan aldıkları Yunan kültürünü, Doğu bölgelerine yayan ve bu kültürün Urfa, Nisibin, Harran ve Cundısapur medreselerinde yayılmasını ve öğrenilmesini sağlayanlar da Süryaniler olmuştur. Hindistan, Çin ve Bizans üçgenindeki ticari ilişkilerde İranlıların aracılık etmeleri gibi Süryaniler de uzak batıda (hatta Fransa içlerine kadar) da uygarlığın taşınmasına aracılık etmişlerdir. Batıya ipek, şarap vs. satanlar da yine Süryaniler olmuştur. İslam dininin Mekke’de doğup, Medine’ye ulaşması ve Hz. Muhammed’in önderliğinde devlet kimliğine bürünmesinden sonra İslamiyet, sınırlarını genişleterek Arap Yarımadası’nın kuzeyine doğru yayılmıştır. Bu dönemde ve özellikle Bizans Rum Ortodoks kilisesiyle ve Roma Katolik kiliselerinin yüzyıllar boyu süren akıl almaz baskı ve zulümlerine maruz kalan Süryaniler, Mezopotamya’nın kapılarını Müslümanlara açmakta tereddüt etmemişler ve Müslümanların bölgede hâkimiyet kurmalarını kolaylaştırmışlardır. | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 668 Kayıt tarihi : 14/11/08 Yaş : 36 Nerden : Denizli
| Konu: Vikingler Ptsi Kas. 17, 2008 6:15 pm | |
| Vikingler Vikingler'in genel bir bakışla bugünkü Norveçliler, İsveçliler ve Danimarkalıların ataları oldukları kabul edilir. Vikingler, 8. yüzyıl ile 11. yüzyıl arasında, İskandinavya kıyılarında, Britanya adalarında ve Avrupa'nın kuzey kesimlerinde hüküm sürmüş olan savaşçı bir halktır. Viking kelimesi, İskandinav dillerinde, bu kuzeyli savaşçılara verilen isimdir. Aslında bir halktan ziyade bir kültürü temsilen kullanılır. O devirdeki Viking halkına, İskandinavcada kuzeyli anlamına gelen Nors denir.
Vikingler batıya doğru ilerlerken, kardeş millet kabul edilen, Bizans'ın batısını koruyan Varangiyanlar da doğuya doğru ilerlemişlerdir. 8. ile 11. yüzyıllar aradında Avrupa'da yaşanan bu döneme, tarihte Viking Devri denir. Norveç, Danimarka ve İzlanda halkı ile Rusya'nın birazı torunları sayılır.
Adları «deniz savaşçıları» anlamına gelen Vikingler, aslında iki ulusa, yani Varyaglar ile Normanlar'a mensup insanlardır.
İsveçli olan Varyaglar doğuya doğru yayılmış, IX. yüzyılda Karadeniz'e, hattâ İran'a kadar uzanmışlardı. Bunların çoğu Rusya'da, Novgorod ve Kiev'de yerleştiler, barışçı ticaret erbabı olarak ipek karşılığında kürk ve köle alışverişi yaptılar. Bunların içinden prens Ryurik Hanedanı Rusya'da XVI. yüzyıla kadar hüküm sürdü.
Normanlar
Danimarkalı ve Norveç'ti olan Normanlar («kuzey adamları») batıya doğru denizleri fethe giriştiler. Usta gemici ve korkunç savaşçı olan bu insanlar İzlanda'yı, Grönland'ı ve Kanada kıyılarını ele geçirerek sömürgeleştirdiler. Pruvası ejderha başı biçiminde olan, yelkenle ve kürekle yol alan, dibi hemen hemen düz, uzun teknelerin üstünde Büyük Britanya'ya çıktılar, zengin manastırları yağmalayarak, ağır fidyeler alarak her yere korku ve dehşet saldılar. Aynı hızlı akın tekniği anakarada da uygulandı.
Sen Irmağı boyunca denizden yukarı çıkan Normanlar, biri 845'te, diğeri 885'te iki kere Paris'e saldırdılar. Luvar vadisi, Bordeaux, Toulouse, Lizbon, Sevilla, hattâ İtalya bile onların saldırısına uğradı (Robert Guiscard, XI. yüzyılda Sicilya'yı ele geçirecektir). 911 yılında başkan Rollon, sonraları Normandiya adını alan bölgeye yerleşti ve yüz yıl kadar sonra buradan kalkan Fatih William I İngiltere'nin fethine girişti.
İki yüzyıl kadar Avrupa'ya egemen olan bu Vikingler sanıldığı kadar yırtıcı insanlar mıydı? Bu putatapar savaşçı insanların saldırısından ödleri patlayan keşişlerin yazdığı hikâyelere fazla inanmamak gerekir. Sağa adı verilen kahramanlık destanları, onların savaşlardaki başarılarını anlatır; bu destanlar ve bıraktıkları bazı sanat eserleri, Vikingleri tanımak için en iyi kaynaklardır.
Özgün Bir Uygarlık
Çok çabuk Hıristiyan olmalarına rağmen Vikingler, geleneksel inançlarını korudular. Gene Savaş Tanrısı Odin'e kurbanlar sunuyor, cinleri-perileri kutluyorlardı. Çok iyi örgütlendikleri için ülkelerinde merkezî monarşiler kurdular. Arkeolojik kazılarda çeşitli eşya (koşum, kızak, araba takımları), süs parçalan (tokalar, bilezikler, gümüş madalyon ve gerdanlıklar), silâhlar (kılıçlar, kargılar, baltalar) ortaya çıkarıldı; bunların üzerindeki ejderha, kuğu, at ve yılan motiflerinin büyülerle ilişkili bir anlamı olduğu sanılır. Tahkim edilmiş Viking köylerinin sokakları odun döşeliydi; bu köylerde kumtaşından ve granitten yapılmış, üzeri yazılı ve resimli mezar taşları bulundu.
Vikingler ölen şeflerini kumanda ettiği gemiye yerleştirir, silahlarını,değerli eşyalarını,köpeğini de yanına koyar ve gemiyi ateşe verirlerdi. Norveç'te Gokstad'da bulunan böyle bir gemi meşe ağacından yapılmış olup, uzunluğu 24,genişliği 5 metredir.
Derebeyliğin Güçlenmesi Viking yayılmasının sonuçlarından biri Avrupa'da derebeyliğin güçlenmesi oldu. Gerçekten bu sürekli tehdit karşısında krallar, soyluları kendi topraklarında kendi silâhlarıyla savunmakta ve köylüleri, tahkim edilmiş yerlerde korumakta serbest bıraktılar. Böylece derebeyler bağımsızlığa yöneldiler ve krallık karşısında güçlerini artırdılar.
Arkeolojik Yerler
En önemli araştırmalar Oseberg'de (Norveç) ve Jelling'deki (Danimarka) bir kral mezarlığında gerçekleşti. Eski Tralleborg ve Jutland kalelerinde, Hedeby köyünde Viking yapı tekniği ortaya çıkarıldı. İsveç'te Gotland Adası'nda çok değerli kalıntılar bulundu | |
| | | | Süryaniler | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|