HEPAR - DENİZLİ Anadolu Kartalları Çalışma Grubu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HEPAR - DENİZLİ Anadolu Kartalları Çalışma Grubu

Benim İçin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP). Eşbaşkanının Damat Ferit'ten Hiçbir Farkı Yoktur.... KemalistKartal
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Bağımsızlık ve Cumhuriyet Korunmalı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 668
Kayıt tarihi : 14/11/08
Yaş : 36
Nerden : Denizli

Bağımsızlık ve Cumhuriyet Korunmalı Empty
MesajKonu: Bağımsızlık ve Cumhuriyet Korunmalı   Bağımsızlık ve Cumhuriyet Korunmalı Icon_minitimeCuma Kas. 14, 2008 9:20 pm

İnsanın kaybetme durumunda bedel olarak kan ve can vererek elde etmesi gereken veya yaşamında hava, su ve ekmekle bir tuttuğu bağımsızlık kavramı; özgür doğma, yaşama özelliği genlerinde yerleşmiş Türk milleti için çok daha bir özel önem ifade eder. Türk, dünyada sürekli olarak bağımsızlığını korumuş nadir milletlerden biridir.

Yüce Atatürk: "Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Ben, milletimin ve en büyük atalarımızın en değerli miraslarından olan istiklal aşkıyla dolu bir adamım. Çocukluğumdan bu güne kadar aile, özel, resmi yaşamımın her evresine tanık olanlar bu aşkımı bilirler. Bence bir ulusta şerefin, saygınlık, namus ve insanlığın var olabilmesinin ve sürmesinin, o ulusun kesinlikle bağımsızlığını elinde bulundurmasıyla gerçekleşme olanağı vardır" demiştir.

Bağımsızlık sevdalısı Türk milletinin bu özelliği, bize karşı 9. Haçlı Seferi'nin de başlatıldığı vakit, bağımsızlığımız, özgürlüğümüz tehlikeye girdiğinde şiddetli bir refleksle ortaya çıkmış ve milletimiz yüce Atatürk'ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı etrafında birleşerek tehlikeye giren bağımsızlığını, özgürlüğünü korumayı başarmıştır.

Ulusumuzun son silahlı özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin sembolik başlangıcı 19 Mayıs 1919 olarak kabul edilir. O gün her türlü esaretten kurtuluşun da başlangıcı olarak atılmış adım, başta bugünün ABD'si olarak kabul edilen "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" İngiltere ve Fransa, İtalya gibi öteki emperyalist devletlere karşı idi.

Osmanlının köhneleşmiş yapısı, kapitülasyonlar ve devlet idaresindeki zafiyetler nedeniyle maalesef yabancı büyükelçilerin kuklası olan padişah ve sadrazamlar eliyle imparatorluk yıkım eşiğine getirilmişti. Bugün o tür askeri müdahale ve emperyalist yaklaşımlar Afganistan ve Irak örneğinde olduğu üzere hala geçerliyse de, emperyalist ülkelerin halkları kontrolleri altına almak için başka enstrümanlara sahip oldukları da bir gerçek.

Aslında artık uluslar, halklar, devletler birbirine, askeri zor ve siyasal boyunduruk yöntemlerinden daha etkili yöntemlerle yani ekonomik mekanizmalarla bağımlı kılınıyor. Bu bakımdan "küreselleşme" çağını yaşadığımız bu dönemde böylelikle sömürgeciliğin adı da değişti. Devlet aygıtını bizzat yönetmek yerine yaratılan ekonomik bağımlılıklar yoluyla devleti kendine borçlu ve bağlı tutmak bugünün en geçerli silahı oldu. Yani dünün toplu-tüfekli emperyalistleri bugün "medeni" görünen yollarla klasik savaşlarını, sinsice ve hatta daha acımasızca sürdürüyorlar. Siyasal bağımsızlığın yerinde durduğu havası verilerek kitleler oyalanırken ülkeler bir yandan uluslararası şirketlerin işgali, bir yandan da IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlerin kıskacı altına sokulmak suretiyle ciddi bir ekonomik bağımlılık yaratılıyor.

Türkiye'de de bu oyun sürüyor ve hiçbir partinin programında öncelikle yer almazken iktidara her gelenin bir öncekinin bıraktığı yerden özelleştirmelere devam etmesi, bunu dış borçların faiz ödemelerinde kullanıp, döviz rezervleri artmış gibi göstermesi ve ulusal hazineleri uluslararası pazara peşkeş çekmesi siyasal bağımsızlığın varlığını da sorgulanır hale getiriyor.

Nasıl Kurtuluş Savaşı öncesi ortaya çıkmışsa, Türk ulusunun bağımsızlığına önem vermeyen zihniyet bugün de maalesef işte bu çizgide ortaya çıkmaktadır. Bu zihniyet maalesef bugün bürokraside, siyasette, medyada ve diğer tüm oportünist kesimde kendine yer edinmiştir. Böylelikle ulusal ekonomi ve tam bağımsızlık fikrini küçümseyen AB'ciler ve ABD'ciler daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktalar.

Yakın tarihimizde bir süre için bağımsızlığımızı ekonomik ve siyasal anlamda nasıl kaybettiğimiz ve Kurtuluş Savaşı'nı neden başlattığımızın temellerini anlamak için Kanuni'den sonraki Osmanlı dönemini kısaca incelemekte yarar var. Çünkü o dönemdeki oluşumlar ile maalesef bugünküler arasında giderek ciddi paralellikler oluşmaktadır.

Osmanlı'nın parlak dönemleri, devlet yönetiminin padişahların Türk olmayan eşlerinin etkisinde kalmasıyla ve padişahların savaşlara ordunun başında gitmeyip saraylara kapanmasıyla sona erdi. Halkla devletin ilişkisi kopmuştu. Gerileme sürecinde rüşvetle, parayla Türk olmayan kişiler yönetime geçti. Hatta o devirlerde önemli görevlere gelmenin adeta bir şartı da Türk olmamaktı. Başa getirilenler, Türk olmayan ve hatta içlerindeki Hıristiyanlık duygusunu atamamış Hürrem, Kösem Sultan gibi padişah eşlerince seçiliyordu. Çoğunun amacı kese doldurmak idi. Bütün bu gelişme ve uygulamalar, bizi Balta Limanı Antlaşması gibi kapitülasyonlara kapı açan anlaşmalara sebep oldu. Hatta bu süreç, kültürel ve ekonomik yönden yabacı etkisinde kalan kimi hainlerin yakın geçmişte manda idaresini istemeye başlamasıyla devam etti. Yüce Atatürk'ün üzerinde önemle durup şiddetle karşı çıktığı çok önemli bir husus olan manda idaresi konusunda şöyle dediğini ve 28 Ağustos 1919'da Erzurum'da Türk milletine şöyle seslendiğini biliyoruz;

"... İstanbul bir Amerikan mandasıdır tutturmuş gidiyor. Bu olmayacaktır. Türkiye, istiklal bütünlüğüne sahip olacaktır. Bunu istemekte devam edeceğiz. İstanbul bizi, Wilson'a müracaat ettirmek istiyor, Türk milleti namına istenen bir manda oyununa düşürmek istiyorlar. Bu oyuna gelmeyeceğiz."

Atatürk'ün bu görüşleriyle milletçe siyasal bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı'yla başlatıldı. Savaştıklarımız arasında Yunan'ı o güne kadar her fırsatta desteklemiş ve buna devam eden, bugünün küresel gücüne o gün için eşdeğer İngiltere de vardı. Savaş meydanlarında muzaffer olan Türk milleti daha sonra ekonomik bağımsızlık savaşını başlattı.

EKONOMİK BAĞIMSIZLIK SAVAÞI

Ekonomik bağımsızlık savaşımız Cumhuriyetimizin kurulmasıyla başladı. Bu savaş, Lozan Antlaşması'nı imzalarken "bunu imzalıyorum ama bu verdiklerimizi sizden en kısa sürede geri alacağız" diyen Lord Curzon ve emperyalistlere de verilen bir yanıt idi. Atatürk, siyasal bağımsızlık ekonomik bağımsızlık olmadan olmaz demişti. Yine Mustafa Kemal Atatürk, 2 Temmuz 1920 tarihinde tam bağımsızlığın en önemli göstergesi olan iktisadi bağımsızlık konusunu somut bir şekilde ele alarak ekonomik bağımsızlık savaşını başlattı. İşte bu nedenle 1923'den itibaren bugün çoğu haraç mezat satılan birçok tesis kuruldu. Cumhuriyet'in kazanımları olan sanayi tesisleri, uçak, silah fabrikaları bu devirde işletmeye açıldı. 1923­1936 yılları arasında genç Türkiye Cumhuriyeti bugünün Çin Cumhuriyetine benzer bir şekilde 13 yıl boyunca dünyanın en yüksek kalkınma hızına sahip oldu. Ekonomisi güçlenen Türkiye, Atatürk'ün dirayetli idaresi sayesinde dış politikada da etkin rol aldı ve kurulan Sadabat ve Balkan Paktları ile bölgesinde tampon ve yabancı etkisinden uzak devletler yarattı.

Maalesef bütün bu güzel gelişmelerin Atatürk'ün ölümünden sonra durakladığını görüyoruz. Özellikle Marshall yardımlarının başlaması ve o zamanın gereği NATO'ya girmemiz bizim dış politika ve ekonomideki bağımsızlığımızı yitirmemizin nedenleri oldu.

Bugün gelinen noktada ise IMF, Dünya Bankası ve öteki batı örgütlerinin kucağına düşerek ciddi şekilde borçlanmış durumdayız. 2005 sonu itibarıyla devletin 182 milyar dolar iç borç ve 170 milyar dolar borç dış olmak üzere 350 milyar dolar borcu var. Bugün birçok konuda sesimiz çıkmıyor ve içimizde, çevremizdeki tehditlere karşılık veremiyorsak ekonomik bağımsızlık olmadığındandır.

Atatürk'ün önemle üzerinde durduğu "siyasal bağımsızlığın temel unsurunun ekonomik bağımsızlık olduğu" gerçeği bugünkü durumumuzun nedenlerini açıklar.

Bugün bütün dünyada IMF gibi kurumların devreye girmesiyle ülkeler kuşatılıp bağımlılık süreci başlatılıyor. Bu oluşum yalnız bizde gerçekleşmedi, IMF işlerlik kazandığı 1946 yılından bu yana tuzağına düşürdüğü 48 ülkeden 32'sinin ekonomisini çökertti veya kendisine bağımlı hale getirdi. Borç batağına sürüklenen ve fakirleşen bu ülkelerde, IMF'ye güvenmenin faturası çok acı oldu. Bazı ülkelerde halk ayaklanmaları, bazılarında da ihtilaller birbirini izledi.

BAĞIMSIZLIK VE CUMHURİYETİN ÖNEMİ

İşte bu ve benzeri nedenlerle öteki ülkelerde olduğu üzere Türkiye'de de siyasal bağımsızlığımız tehdit altına sık sık girdi, Cumhuriyetimizin kazanımları yitirildi. Türkiye'yi vatanları olarak görmeyip, kabul etmeyip arazi gibi algılayan zihniyet Cumhuriyet'e de kast ederek topraklarımızı satmaya, ona buna peşkeş çekmeye başladı. Bundan istifadeyi her zaman ve koşulda görev bilen ve zayıf anlarımızı kollayan çevremizdeki ülkeler de bizi zarar vermek, bölmek amacıyla sık sık sıkıştırıyorlar. Bunların kâh AB, kah ABD ve 1990 öncesi Suriye örneğinde olduğu gibi bir zamanlar eski Sovyetleri arkalarına almış olduklarını biliyoruz. Amaç ve kast edilen Cumhuriyetimizdir. Bize emanet edilen Cumhuriyeti korumak için güçlü olmak, bize zarar verenlere anında refleks göstermek ve diplomaside güç kullanma konseptini uygulamamız gerekmektedir.

Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir ve temelde özgürlüğe dayanması açısından Türklüğün karakterine en çok uyan yönetim şeklidir. Bu yönetim şekli aynı zamanda, milli birlik ve beraberlik, milliyetçilik ve medeniyetçilik, yurtta ve dünyada barış ülkü ve düşüncesine de dayanır. Bu bakımdan Türk'ün adı özgürlük, ülküsü Cumhuriyet'tir. Cumhuriyet, egemenliğin millete ait olduğu bir yönetim şeklidir. Egemenliğimizi geçmişteki manda heveslilerinin bugün küreselleşmenin işbirlikçi tayfası olarak ortaya çıkan benzerlerinin eline ve insafına bırakırsak genlerimize, ruhumuza işlemiş özgürlük ve bağımsızlık anlayışına, inancına ve Atatürk'e ihanet etmiş oluruz.

Bağımlı olursanız güçsüz olursunuz, güçsüz olursanız çıkarlarınızı koruyamazsınız, başkalarının dikte ettiği politikalara mecbur kalırsınız ve onurlu bir şekilde varlığınızı sürdüremezsiniz. Bu bakımdan tehlikeli küreselleşme sürecinde Cumhuriyet'e sahip çıkabilmek için milli egemenlik ve bağımsızlık ekonomik egemenlikle pekiştirilmelidir. Küreselleşmenin olumsuz etkisinden milletin ve devletin korunmasının yegane yolu budur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.kemalistkartalı.com.tr.tc
 
Bağımsızlık ve Cumhuriyet Korunmalı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Sevr'i Yırtanlar Cumhuriyet'i Kurdular
» Cumhuriyet Niteliği
» Tarih ve Cumhuriyet
» Bağımsızlık Denince Ne Anlıyoruz? - Yaşar Nuri ÖZTÜRK
» Küresel Sömürüye Karşı Kemalist Refleks: Ulusal Bağımsızlık

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HEPAR - DENİZLİ Anadolu Kartalları Çalışma Grubu :: Hakimiyeti Milliye-
Buraya geçin: